1. Bölüm
Yolculuk kendini bulma çabasıdır. Farklı mekanlarda farklı zamanlarda eksik kalmış yönlerini tamamlama gayreti bir nevi. Bazen tarihe,bazen denize ve güneşe,bazen de dağların gizemine bir kaçış. Bu düşüncelerle çıktık Edremit’ten yola. Ne zaman nereye gideceğimiz konusunda yüzeysel fikirlerimiz vardı. Plan yapmanın insanı hapsettiğine inandığım için plansız programsız bir yolculuk olacak bu. Yol insana nerede ne yapması gerektiğini gösteriyor aslında. Yeter ki ona kulak verilsin. İlle de bir plan yapılacaksa oda bir merkez seçimi olmalı bence. Yani yolculuğun üzerine oturtulacağı bir temel. Bırak yolculuğun onun çevresinde kendiliğinden gelişsin. Benim için merkez nokta Konya’ydı.Bunun dışında seyahatin nasıl ilerleyeceği konusunda benimde bir fikrim yoktu.
Her şeyden önce Besmeleyle çıkacaksın yola. Geride bıraktıklarını dualarla Allah’a emanet edeceksin. Ve Allah’tan bu yolculuğun hayırlara vesile olmasını dileyeceksin. Yol seni tüm varlığınla kabul edecek. Vücudunla ve ruhunla ilerleyeceksin. Ruhun geriden gelmesi veya önden gitmesi sıkıntıya sebep olur çoğu zaman.Ruhun önden gitmesi farklı beklentilere işarettir. Yolculuk esnasında bu beklentilerin şu veya bu sebeple tatmin edilememesi hayal kırıklığı oluşturur.
Bir Çarşamba gününün sabah namazı sonrası bulduk kendimizi yollarda. Heyecanlıydık.Bu ikinci uzun yol deneyimimiz olacak. Tarihler 19 Kasımı gösteriyor.Hava kapalı.Bursa üzerinden Afyon’a gitmeyi hedefliyoruz.Sabahın dinginliği yolumuzu açıyor.Ve üç saat sonra Bursa’ya varıyoruz. Mümkün olduğunca içine girmeden çevre yolundan güzergahımızı belirlemeye çalışıyoruz. Neyse ki mesai saatleri içinde olmamız Bursa trafiğinin hengamesine uğramadan sessiz ve sakin bir şekilde Bursa’dan ayrılmamızı sağlıyor. Ardından gelen İnegöl- Bozüyük yolu tabiatın renk cümbüşüne sahne oluyor. Ağaçların kırmızımsı parlak renkleri yolculuğa ayrı bir güzellik katıyor. Daha önceki otobüs yolculuklarımdan hatırladığım kadarıyla özellikle gün batımı esnasında güneşin ışıklarıyla buluşan bu güzellik daha bir canlılık kazanıyor. Altı saat süren yolculuktan sonra Afyon sınırlarına girmiş bulunuyoruz. Bastıran uyku ve yol yorgunluğu iyice dikkatimi dağıtıyor. Direksiyon hakimiyetimi kaybetmeye başladığımı fark ediyorum. Kalan yarım saatlik yolu riske etmeden bir kenarda dinlenme molası veriyoruz. Çeşitli egzersiz hareketleri ve derin nefes çekişler vücudumu bir nebzede olsa rahatlatıyor. Artık yola devam edebiliriz.
2. Bölüm
Afyon benim için karanlık bir şehir. Konya-Ç.kale arası yolculuklarda otobüs saatlerinin uygunsuzluğu bu şehrin gece karanlığı gibi üstüme çökmesine sebep olurdu. İnsan görmediği, tanımadığı şeyin düşmanıdır derler. Bu yüzden olsa gerek Afyon bana karartılarda belirir.
Bu defa Afyon gülen yüzüyle karşılıyor bizi. Geçirdiğimiz yağmurlu saatlerden sonra güneş tüm parlaklığıyla yolumuzu aydınlatıyor.Şehrin girişinde beş yıldızlı termal oteller ve estetikten nasibini almamış dinlenme tesisleri bulunuyor.Bir gecelik konaklama ücreti 120 ytl’den başlayan fiyatlarla bu ne idüğü belirsiz taş yığınları ülkenin üst gelir seviyesindeki zevatına hitap ediyor olsa gerek. Merkeze doğru ilerlediğimizde şehrin ucube yüksek binalara sahip olmadığını görüyoruz.
Yolları biraz dar olsa da trafik bir şekilde akıyor. Ve siz ilerlerken karşınıza şehre imzasını atmış eski camilerinden imaret camii çıkıyor.Camiyi daha yakından incelemek için arabamızı bir yan sokağa park ediyoruz. Halk arasında her ne kadar imaret camii şeklinde anılsa da caminin esas ismi Gedikli Ahmet Paşa camii.Yapılış tarihi 1472 lere uzanıyor.Geniş bir avluya sahip.
Avluda gezinirken hemen yanındaki imaret hamamı dikkatimi çekiyor. Üstü ufak kubbelerle bezenmiş görsel bir şölen. Caminin ve hamamın bu kadar yakın olması hemen aklıma medreseyi getiriyor. Burası eskiden camisi hamamı ve medresesi olan bir külliye olsa gerek. Caminin hemen arkasındaki taş medrese bu düşüncemizi haklı çıkartıyor.
Afyon’a gelipte Karahisar kalesine gitmemek olmaz.Biraz yüksekte olduğu için bazı arkadaşlar yukarıya kadar çıkmaya gerek olmadığını düşünüyor.Oysa eski medeniyetler bu yokuşları kaleyi alma uğruna savaşarak katetmişler.Sırf bu düşüncelerle o yokuşa tırmanmak bile insanı heyecanlandırıyor. Kale bir kayalık dağın tepesine kondurulmuş çevresi uçurum olan bir yapı.
İlk olarak sanırım Hititler zamanında yapılmış. Daha sonraları her medeniyetin katkısıyla bu güne kadar gelmiş. Kaleye çıkan yolda restore edilmiş eski evler görüyoruz. Estetik olarak Osmanlı evlerini andıran bu renk renk evler Afyon’un ayrı bir zenginliği. Bu evlerin arasında bir mezar görüyoruz. Ahmet Turani Türbesi. Battal gazinin en yakın arkadaşlarındanBirlikte kalenin kuşatılmasına katılırlar ve şehit olurlar. Mezarın karşısında Ulu Cami. Minareyi fark edemeyenler ilk etapta buranın bir han olduğunu zannedebilir. Dikdörtgen şeklinde yapılmış oldukça büyük bir ibadethane. 1277 tarihinde inşa edilen bu caminin içine girdiğimizde yapının Konya-Alaattin tepesindeki Alaattin caminin yapısıyla örtüştüğünü fark ediyorum. Tavanı ve kolonları ahşaptan yapılan caminin gizemli bir havası var. Planlarımız arasında arkeoloji müzesini de gezmek vardı ama havanın kararmaya başlaması zamanımızı kısıtladığı için burayı bir sonraki gezimize bırakıyoruz. Geceyi Gazlıgöl’de geçirmeyi karar veriyoruz. Gazlıgöl Afyon merkeze 20 km uzaklıkta termal suları olan köy görünümünde bir yerleşim yeri. Ne alt yapısı ne de düzgün bir tesisi olmayan enteresan bir yer. İnternetten bakarsanız ‘ünlü’ kelimesi kullanır. Biz ünlü herhangi bir özelliğini bulamadık.Ve şunu gördük ki,apartman olarak kullanılan bir binanın üzerine Termal Otel tabelası konulmuş olması orayı termal otel yapmıyor. Neyse ki Belediyenin iyi-kötü apart tarzında yapılmış bir tesisi var.Bir gece burada kalıyoruz. Ve sabahında Konya yolundayız…