[Kainatın notu: Haberkültür yayın hayatına yeni başlayan, güzel haberler veren, kültür haber sitesi. Beğenerek okuduğumuz bu yazıyı kainat okuyucularıyla paylaşarak hem siteyi tanıtalım hem de hayatlarını tanımamız gereken dört güzel insana ve onları besleyen damarlara dikkat çekelim istedik. Bize yürüyebilecek izler bırakan insanları tanıma ve tanıtma derdinde olmamız gerekiyor. “Maaşını aldı mı mutlaka kırkta birini zekât olarak ayırır. Hemen verir.” Mahir İz Efendi’nin bu davranışını uygulamaya çalışan bir kişi olarak dostlarıma ve kainat okuyucularına şiddetle tavsiye ediyorum. ]
Sadettin Ökten Hoca’ya üç büyük devrimciyi sorduk: Fethi Gemuhluoğlu, Nurettin Topçu ve Mahir İz… / MAHMUT BIYIKLI
Sadettin Ökten Hocamızla ne zaman hayırlı bir tesadüf üzere karşılaşsak kendisinin vahiyle mücehhez aklının zırhıyla gezinen o derviş yüreğinden, ruhumuzun önünde yürüyen örnek hayat abidelerine dair birkaç tatlı hatıra dinlemeden ayrılmamak artık bizim sünnetimiz haline geldi. Hoca’ya ayak üstü sıcağı sıcağına üç büyük devrimciyi sorduk: Fethi Gemuhluoğlu, Nurettin Topçu ve Mahir İz… Özlü, hayatî cümleler kaldı hafızamızda.
Bu önemli tarih kaydıyla sizleri başbaşa bırakmadan önce 1. Ahlak Şurası’nda
“Topçu hakkında Abdülaziz Efendi’ye intisap ettikten sonra kafasındaki dini meseleleri çözdüğü bilgisi biraz menakıp gibi geliyor bana. Bu yaygın ve yanlış bilginin tashih edilmesi gerekiyor. Abdülaziz Bekine Hazretleriyle tanışmadan yazdığı İsyan ahlâkında çok güçlü tasavvufi yönü olduğunu görüyoruz.”
diyen İsmail Kara’nın beyanlarıyla Topçu’yu yakından tanıyan Sadettin Ökten Hoca’nın ifadelerinin birlikte mütalaa edilmesinde fayda bulunduğu yönündeki düşüncemizi ileterek yorumu tercihlerinize arz ediyoruz.
FETHİ GEMUHLUOĞLU
Ehli beyit muhabbeti muhteşemdi
Üniversiteyi iyi bir dereceyle bitirdim. Biraz da hakkım yenmeseydi birincilikle bitirebilirdim. Sonra asistanlık için bir teklif geldi. Anneme sordum. Annem tabiî ki ol dedi. Lisan imtihanına gireceksin dediler. Lisan bilmiyoruz. Nasıl öğreneceğiz dedim. Bunun en kolay yolu Marmara’da bir adam var. Lisanı çok iyi bilir. Eğer kabul ederse onun talebesi olursun, dediler. O kişi Mustafa Seçkin ağabeydi. Biz Mustafa ağabeyle lisan çalışmaya başladık. Bir ara ağabey işe girdi. Pekiyi ben ne yapacağım? dedim. Sen de işe gelirsin, dedi. Ben de Taksim de işe yanına gitmeye başladım. İşyeri Taksimde Fatin Rüştü Zorlu apartmanın altıncı katında bir yerdeydi. Bir masa bir patron bir Mustafa ağabey vardı. İşte orada oturan Patron Fethi Gemuhluoğlu idi.
Spor sergi sarayından emekli, olmuş. Odalar ve Borsalar Birliğinde sekreterlik yapıyor. Fethi Ağabey beni orada dört kollu çengi ile oynattılar, dedi. İşte orada Fethi ağabeyi tanıdık. Daha doğrusu kendimizi tanıdık. Orada başlayan bir maceramız oldu.
Yurtdışına gitmeye karar verdiğimde Bir çocuk var bizim hanıma bırakıp gidiyorum aklım burada kalacak. Bana dedi ki ‘hiç endişe etme, Allah onları korur, seni de korur. Ancak hava meydanına inerken üç ihlâs bir Fatihayı bol bol oku’’ dedi. Kimin ruhuna yollayayım, Diye sordum. Sen kime yollayacağını iyi bilirsin, dedi. Biz kenediy havalanına indik. Başladık okumaya. Sonra da nereye girsem çıksam sürekli okuyordum.
Dostluk üzerine konuşurken oradaydım
Orada sohbete muazzam bir selamlamayla girmişti. O konuşması aslında bir veda konuşmasıymış. Orada ben otuz sene söz orucu tuttum demişti. Tabii biz onu tam anlamamışız. O zaman. Ayette cenabı Meryem’in söz orucunu okuyunca anladık. Fethi Bey’in konuşması herkesi sarsardı. İnsanları esir alırdı. Cenabı Allah ona sen konuşma buyurdu. Emre uyuyor ve konuşmuyordu.
Oku emri var yaz emri yok der gülerdi
Niye yazmıyorsun denilince “Oku emri var yaz emri yok” der gülerdi. İlginç bir adamdı merhum. Mesela beni zaman zaman methederdi. Aman ağabey ben de buyurduğunuz hal yok deyince biliyorum Sadettinciğim ‘olasın’ diye söylüyorum, derdi. Kırmızı bir defteri vardı. Sevdiği şiirleri oraya yazardı. Ehli beyit muhabbeti muhteşemdi. O defterinden Hz Ali’den özdeyişler okurken ağlardı. Muharrem ayı geldi mi zaten bir aşk fırtınası olurdu yakardı ortalığı. Muharrem geldi mi üç aylar girdi mi kimse tutamazdı onu. Ağlamaktan utanır ama kendini tutamaz yine ağlardı. O ayrı bir deniz ayrı bir okyanustu. Efendilerine sarsılmaz bir aşkla bağlıydı Ahmet Tahir Efendi Türbedar Ahmet Amiş Efendi, Özeren Efendi. Bir gün dedi ki biz Cuma günü Fatih Caminde sabah namazında buluşuyoruz Rahman Suresini okuyoruz sonra kahvaltı yapıp pehlivan tefrikası okuyoruz abdestini al gel dedi.
NURETTİN TOPÇU
Mülkiyeye ve üniversiteye üç dört gömlek fazla bir adamdı
Topçu’yu ben çocukluğumda tanıdım. Haftada bir akşam muhakkak bizim eve gelirdi. Babamın İstanbul Sultanisinden talebesiydi. Sonra Fransa’ya gitmiş, malum süreçten geçmiş. Bütün müktesebatı değişmiş. Nurettin Hoca, bir derdi olan bir insan. Şimdiden dönüp oraya baktığım zaman bir medeniyet sorunsalının onun zihnimde ve gönlünde iyice tekerrüm ettiğini görmekteyim. Tabi o zaman insanların bunu pek anlayacak bir halleri yok. Ama onda o var. Mesela Hareketin ilk sayılarında bir Rönesanstan bahseder. Medeniyetimizin tekrar hayat bulması gibi bir sorunsalı vardı.
Bana Ömer derdi. Ömer benim birinci adım. Ömer Saduddin. Bu Saadeddin’den de çok çektim. Seküler dünya bir türlü adımızı benimsemedi. Sadullah dediler Sabahattin dediler. Asıl söylenişi Sadeddin. Ama seküler dünya bunu demedi. Kısaca Sadi dediler. Topçu ise farklı bir hassasiyetle bana hep Ömer derdi. Cenabı Ömer’e çok sağlam bir bağlılığı vardı.
Liseden sonra bana nereye gideceksin, dedi. Ben Teknik Üniversiteye dedim. Yok dedi. Sen doktor ol. İnsanların derdine deva ol. İnsanların yaralarını şifaya kavuştur.
Babam vefat ettikten sonra ‘bu vakte kadar ben size geldim bundan sonra sen bize geleceksin’ dedi. Ben de her zaman gitmeye çalıştım. Her gittiğimde de bana hep Aziz Efendiyi anlatırdı. Hem de hep aynı şeyleri anlatırdı. Biz de her seferinde sanki ilk defa dinliyormuş gibi muhabbetle aşkla dinlerdik.
İlmim var kariyerim var ama huzurum yok
Sırrı Bey vardı okuldan arkadaşı. Ona benim ruhum itminana kavuşmuyor, diyor. İlmim var kariyerim var ama huzurum yok, diyor. Sırrı Bey benim bir hocam var, seni Ona götüreyim, diyor. Hoca efendi o zaman Zeyrek camiinde. Yatsıdan sonra kış gecesi gidiyorlar. Hoca efendi çok tatlı bir tebessümle karşılıyor. Çay yapıyor. O zamanın zor şartları içersinde ateşi üfleye üfleye çayı hazırlıyor. Sonra buyur evladım anlat derdini diyor. Topçu anlatmaya başlıyor saatlerce anlatıyor, efendi dinliyor. Gayet tebessüm halinde hiç yorgunluk belirtisi göstermeden dinliyor dinliyor. Arada bir söze karıştığı da oluyor. Vakit sabaha yaklaşınca Sırrı Bey haydi kalkalım diyor. Ayakkabıları giydikleri sırada Topçu demiş ki bir rüya daha geldi aklıma onu da anlatayım. Sırrı Bey onu da haftaya anlatırsın, diyor. Topçu diyor ki Sırrı öyle demeseydi ben tekrar kapıyı çalsam nerde kaldınız çocuğum diyerek aynı mütebessüm bir halle karşılayacağına emindim… İşte buradan yakalıyor. Bir sene anlattıkça anlatıyor. Efendi anlattırıyor ki boşalsın boşalsın. Tekrar doldursun…
Topçu Mülkiyeye ve üniversiteye üç dört gömlek fazla bir adamdı. Zaten üniversiteden de irtibatını kesiyorlar doçent olduğu halde. Onunla Fransa’ya giden birisi hocayı görünce ya Nuri sen hala ahlakla mı uğraşıyorsun, diyor. Bunların modası geçti bunları bırak diyor.
O benim babama her gün Fatiha okurdu
Ben bir ara Mühendislikte asistanken sıkıldım. Beni sarmıyor. İçimden diyorum ki tarih okusam daha iyi olur. Evimizde tam Edebiyat Fakültesi’nin karşısında. Biz de o zamanlar Soğanağadayız. Zaten oradan Ali Nihat hocayı tanıyorum. Yanına sürekli gidip geliyorum. Kendisi Divan Edebiyatında bir derya. Babamın da yakın arkadaşı. İmzalı kitapları var. Kaplan’ı biraz tanıyorum. Orhan Okay’ı tanıyorum. Gönlüm oraya kayıyor.
Bir gün telefon geldi seni Nurettin Topçu seni arıyor dediler… Yanına gittim. Bana mühendisliği bir övdü bir övdü. Asistanlığın önemini bir anlattı. Öğretim üyeliğinden bahsetti. Ondan sonra içimde edebiyata ilgi falan kayboldu. Hedefime odaklandım.
Yıllar sonra ziyaretine gittiğimde bana hani seni çağırmıştım ya dedi. Onda annen beni aradı. Aman Nureddin Bey bu sağda solda okuyacağım falan diyor bir nasihatta bulunsanız. Sizin sözünüzü dinler. Ben de o zaman sana o sebeple mühendisliği methetmiştim. Ben de aman efendim Allah razı olsun verin elinizi ayağınızı öpeyim teşekkür ederim, dedim.
O benim babama her gün Fatiha okurdu ben de hala onun ruhuna her gün bir Fatiha okurum. Hani ahlak dedik ya. Ahlak üzerinizde görünmezse o lafta kalır. Ahlak üzerinizde görülmesi gerekir. Bu çağda ahlak denen şeyin heykelini yapsalar bence O Nurettin Topçudur..
MAHİR İZ HOCA
Osmanlının bütün zevkini yaşamıştı
Mahir Bey renkli bir adamdı. Ele avuca sığmazdı. Osmanlının bütün zevkini yaşamıştı.
Coşkulu bir adamdı. Aklına düşer bir yere gider. Gittiği yerlerde şiirler okunur. Sohbetler olur. Tabi evin nafakasını bırakıp gider. Giyimine çok dikkat ederdi. Hocayı yeni bir kat elbiseyle görürdük pırıl pırıl giyinirdi. Sonradan öğrendik. Yaz başında bir takım alır. Sonbahar geldi mi onu bir fakire verir. Yenisini alır. Böyle yapar.
Maaşını aldı mı mutlaka kırkta birini zekât olarak ayırır. Hemen verir. Beklemek yok. Hal adamıydı. Gökyüzünü anlatsa farklı anlatır, denizi anlatsa farklı anlatırdı. Bir seferinde yanındaki gençlere haydi Zeynel’i ziyarete gidelim diyor. Bir arkadaş da türbeye gidilecek sanıyor. Zeynel bir muhallebecinin ismi. Sonra haydi ikindi namazını edaya, diyor. Böyle alem bir adamdı. Benim edebiyat zevkini aldığım insanlardan biriydi. Küçücük torununa Cenab Şehabettin’in Elhan-ı Şita’sını ezberletmişti. Bir akşam gittiğimizde okutmuş coşkuyla dinlemişti. Çocuğa ‘söyle bakim ne demek murgan’diyor; çocuk’ kuşlar diye cevap veriyor… Muallimlik kanına işlemişti.
MAHMUT BIYIKLI / HABERKULTUR.NET