SONSUZA KALACAK BİR SÖZ

Please follow and like us:

24,25. “Allah’ın, hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan Rabbinin izniyle her zaman meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misâl verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misâl gösteriyor.”

Bir sözümüz vardı bizi insan eyleyen, Rabbimiz Adem’e (as) öğrettiği kelimelerle onu farklı kıldı. Her şey söz ile başladı, söz ile devam ediyor. Sözümüzün kalitesi bizi tanıtan en önemli sembol, bir ölçüde özün meyvesi sözdür, diyebiliriz.

Yaratılan her şey yok olacağına göre en sağlam/köklü/özlü söz O’nun kelamıdır/ayetleridir. Hadislerden, sahabenin (as) yorumlarından ve müfessirlerin ayetten anladığından çıkan yorumda budur.

Ayetlerin bize dönük cephesi, insan ancak o köklerden beslenebildiğinde kendisinden sadır olan söz de değerli olacaktır. Nasıl ki ağaç topraktan su ve mineraller almak için köklerini derinlere uzatıyorsa insanda özünü/sözünü kıymetli kılmak için hakiki kaynağa ulaşmalı ve bu beslenme sonucu üzerinde güzel söz/meyve/yaşam görülmelidir.

“13-RA’D: 28 – Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah’ın zikri ile yatışır.” Kalbimizin dalgalanması elimizde olan bir şey değil, hayatın içinde bir şekilde etkileniyoruz. Elimizde olan ise onu hakikat kelamıyla yatıştırmaktır. Nasıl besleneceğimizi açıklayan bu ayet meseleyi açıklıyor. Evet kalp kararıyor; çünkü bu dünya imtihan yeri. Ancak aydınlanacağı yol belli. İnsan kalbini sürekli istikamette tutamaya bilir; fakat onu nasıl yatıştıracağını ve besleyeceğini iyi öğrenmelidir.

Arapçada mesel; içindeki parlak tasvir ve sağlam incelik dolayısıyla akılları esir alıp dimağlara hakim olan özlü ve akıcı söz anlamına gelir. Şimdi bizim mesel’emiz ne? Yani aklımıza ve kalbimizi esir alan söz kimin sözü? Biz hakiki kaynaklardan beslenerek akılları ve kalpleri tatmin edebilecek sözler söyleyebiliyor muyuz? Engin bakış sahibi olmak için derin ve köklü ufuklara bakmak şart. Kökü derinde sağlam (hakiki) ağaç (söz) bu olsa gerek.

Ayet kendi tefsirini o kadar güzel yapıyor ki aslında fazla söze gerek yok. Öyle bir cümle ki sayfalarca yazı kaleme alınsa ayetin derinliğinin kenarından belki geçebiliriz. Yazının devamında göreceğiniz gibi müfessirler kimi rivayet kimi dirayet usulüyle konuyu açıklamaya çalışmış. Allah hepsinden razı olsun. Hakiki söz tükenmeyen ve tüketilemeyen, yıllar geçse de her daim diri olan sözdür. Farklı zamanlarda kaleme alınan tefsirler de gösteriyor ki biz bu ayetler üzerine daha çok tefekkür etmeliyiz.

İyilik her zaman uzun vadede başarılıdır, kötülük köksüz ağaç gibi bir anda serpilebilir; fakat çok kısa zaman içinde yıkılır gider. İyilik ise yavaş yavaş derinlere işleye işleye büyür ve asla yıkılmaz. Bugün buna şahit göstereceğimiz çok olay var. Bir çok düzen ve sistem yıkılıp gitmiştir; fakat bin dört yüz yıl önce kurulan son kurtuluş nizamı, sözünü söylemeye devam etmektedir. Rabbim bizlere o sözü duyacak kulak, hissedecek kalp, idrak edecek akıl versin. Amin.

—————————————-0————————————————–
Not: Her tefsirin altında kaynak belirtilmiştir.

Görmedin mi? Allah tertemiz bir kelimenin misâlini verir. Tertemiz bir kelime. La İlâhe illallah Muhammed ün Rasulullah. İşte o tertemiz kelime tıpkı tertemiz bir ağaç gibidir. Kökü yere yerleşmiş, sapasağlam tutunmuş, dalları ise gökyüzüne ser çekip yükselmiş tertemiz bir ağaç. Adem (a.s)’la başlar bu kök, Nuh (a.s) la, İbrahim (a.s)’la devam eder. Ve nihâyet son elçi Muhammed (a.s)’la birlikte tam tamına bu âlemde yer etmiştir, sapasağlam yerleşmiştir. Bu dinin, bu kelimenin, bu anlayışın, bu inancın gerçekliliği göklere kadar yükselmiştir. Ve zaten onun gerçekliliği de Allah tarafından tasdik edilmiş, onaylanmıştır.

İşte bu kelime La İlâhe illallah Muhammed ün Rasulullah kelimesidir. Allah’tan başka İlâh yoktur. Allah’tan başka sözü dinlenecek, hatırı kazanılacak, çektiği yere gidilecek, yasaları uygulanacak İlâh yoktur ve Muhammed (a.s) da O’nun Resûlüdür, elçisidir. İşte bu kelime, bu inanç hayatın tek değer ölçüsüdür. Kâinattaki sistem bu esasa dayanmaktadır. Tüm varlıklar bu sistemle iç içedir. Çünkü bu göklerin ve yerin üzerine kurulduğu yasadır. Gökler ve yer, göklerde ve yerde olanların tamamı işte bu tevhid esasına göre kurulmuştur. Tüm kâinatta Allah’tan başkalarını İlâh kabul etmeme yapısı vardır. Güneşler, aylar, yıldızlar, yerler, gökler, dağlar, taşlar, hattâ insanın tüm azaları sadece bu değişmez yasaya, Allah’a kulluk yasasına teslimdirler.

Rabbinin izniyle bu ağaç her zaman, her mevsim meyvesini verir. Bu söz, bu iman o kadar verimlidir ki hayatını hayat sistemini ona dayandıran bir fert, bir toplum her zaman ondan meyvesini alır. Bu inanç kimin kalbine girmişse, bu kelime kimin ağzından dökülmüşse mutlaka ondan güzel meyveler, sâlih ameller, namaz meyveleri, oruç meyveleri, sâlih davranışlar, iffetli namuslu davranışlar, âdil hareketler dökülecektir. Resullerin davranışları, ahlâkları, Allah’ın razı olduğu bir hayat tarzının oluşumları, meyveleri görülecektir o kimsede, o ailede, o toplumda. Kim bu kelimeye iman ederse, bu inanç kimin kalbinde dal budak salarsa, hangi ülke, hangi toplum tevhid inancına sahip çıkarsa o toplumun, o ülkenin, o insanlığın amelleri de, eylemleri de, davranışları da, hayatları, hukukları da, eğitimleri de, sosyal yaşantıları da, her şeyleri de güzel olur.

İşte Allah insanlara misâllerini böylece verir. Umulur ki insan-lar tezekkür ederler, bunlarla yol bulurlar, akıllarını başlarına alırlar. Umulur ki onlar Rablerinin kendilerine lütfetmiş olduğu izzet ve şereften nasiplerini alırlar.

İnsan birkaç kelime söyler ve müslüman olur. Bunun için uzun uzadıya merasimlere gerek yoktur. Sadece birkaç kelime; “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Resûlullah.” Bunu söyleyen kimsede çok büyük değişiklikler meydana gelir. Söylemeden önce kâfirse, söylediği andan itibaren artık o müslümandır. Önceden pis idi, necis idi şimdi ise tertemizdir. Önceden Allah’ın gazabına mahkum iken şimdi rahmetine lâyıktır. Önceden cehennemlik iken şimdi cennet kapıları yüzüne açılmıştır. Önceden kâfir milletin, küfür toplumunun üyesi iken şimdi bu kelimeyi söylediği andan itibaren artık o İslâm ümmetinin üyesi olmuştur. Artık küfür toplumuyla bir ilgisi kalmamıştır. Yâni eğer bu kelimeyi baba söylemiş, ama oğlu söylememişse, ortada ne babalık kalır, ne de evlâtlık. Aralarındaki miras da kalkmıştır, mahremiyet de. Eğer bu kelimeyi kadın söylüyor, kocası söylemiyorsa aralarında ne kadınlık kalmıştır, ne de kocalık. Nikâh da bitmiştir. Bakın bir tek kelime insanı bambaşka bir insan yapıyor.

Peki acaba ne var bu kelimede ki böyle insanı birden bire bambaşka bir insan yapıyor? Nedir bu kelime ki insanı babasına yabancı yapıyor, karısına yabancı yapıyor, kocasına yabancı kılıyor? Yâni altı harften meydana gelen bir kelimeyi iki dudağınızın arasından çıkardınız mı tıpkı sihirli bir değnek gibi insanı bambaşka bir insan yapıyor. Hayır, iş öyle değildir İslâm’da. İslâm’da bütün mesele sözün dizilişinde değil, onun mânâsında ve muhtevasındadır. Lâfızların tesiri onların mânâlarıyladır. Eğer bir adam bu sözün, bu kelimenin mânâsını anlamadan, muhtevasını kavramadan, bu söz onun içine girmeden, bu sözün tesiri onun düşüncesinde, fikrinde, ahlâkında, ticaretinde, bireysel ve toplumsal hayatında, hasılı tüm hayatında kendini göstermezse, yâni onun üzerinde bir değişiklik yapmazsa, zaman Rabbimizin şu âyetinin hükmü geçerli olur:

Hayır; bu sadece diliyle söyleyiverdiği, ağzıyla geveleyiverdiği bir sözdür, kendi lafıdır.

(Mü’minûn 100)

Mânâsını anlamadan, ruhuna inmeden, ne dediğinin, hangi taahhüdün altına imza attığının farkına varmadan ağzının ucundan geveleyiverdiği bir sözdür o diyor Rabbimiz. Bu kelimeyi diliyle söylediği halde bu kelimenin gerektirdiği bir hayatı yaşamayan kişi tıpkı susayıp da su içmesi gerekirken suç içmeyip de eline tesbihi alıp sabaha kadar; su, su, su diye tesbih çeken kimse gibidir. Böyle yüz bin tesbih de çekse adamın susuzluğu asla geçmez. İşte aynen bunun gibi bir adam mânâsını anlamadan, gereğiyle amel etmeden günde yüz bin defa kelime-i tevhid çekse hiçbir faydası olmaz. Sadece diliyle bu kelimeyi söylemekle insan değişmez. Sadece bu kelimeyi söylemekle bir insan pis iken temiz olmaz, nefret edilen kimse iken sevilen kimse olmaz.

Bu kelimeyi söylerken bizler çok büyük bir mesuliyetin altına giriyoruz demektir. Çok büyük bir taahhüdün altına imza atıyoruz demektir. Bu düşünce bizim tüm hayatımıza hakim olmalıdır. Bundan sonra hayatımızda başka şeye yer veremeyiz. Bu kelimeye muhalif olan her söz, her hareket, her düşünce, her eylem, her sistem yalan ve yanlış olacaktır. Bu kelimeyi söyledikten sonra artık siz bir kâfir gibi başıboş değilsiniz. Tüm iradenizi Allah’a teslim etmişsiniz ve artık bir kâfir gibi dilediğinizi yapamazsınız. Seçim hakkınız kalmamıştır. Allah sizin için neyi seçmişse onu yapmak zorundasınız. Bir kâfir gibi; ben bundan hoşlanmadım, bu benim mantığıma yatmadı deme hakkınız yoktur. Allah’ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerinden de uzak durmak zorundasınız. Çünkü siz; Allah’tan başka hayatıma karışı ilâh yoktur, O bizim de, dünyanın da sahibidir, yaratan O’dur, rızık veren O’dur, hayatımda tek yetkili Rab O’dur, yalnız O’na kulluk edilir, sadece O dinlenir, sadece O’nun çektiği yere gidilir, sadece O’ndan korkulur, sadece O’na bel bağlanır, sadece O’ndan istenir, O’ndan başka itaat edilecek, sözü dinlenecek yoktur dediniz.

Bu kelime ile biz Allah’la bir anlaşma akdediyoruz. Bu kelime ile biz kendimizi Allah’a satıyoruz. Bütün dünyayı da buna şahit tutuyoruz. Buna muhalefet ettiğimiz zaman tüm dünya, sema, arz, kendi dilimiz, elimiz, ayağımız bu yalanımızı hakkın huzurunda yüzümüze vuracaktır. Yâni hem dilimizle bu kelimeyi söyleyerek Allah’tan başka Rab, O’ndan başka ilah yok der, hem de Allah’tan başka rabler, ilahlar bulup onlara kul köle olmaya kalkışırsak bu kelimeyi dil ile söylemenin hiçbir mânâsı kalmaz. Evet, işte kelime-i tayibe budur. Kelime-i tayyibe İslâm’ın esasıdır. Bu kelimeyi tam anlamayan kişi, bu kelimenin gerektirdiği bir hayatı yaşamayan kişi hakiki müslüman sayılmaz. Kelime-i tayyibe doğru sözdür. Bu öyle doğru bir sözdür ki yeryüzünde bundan daha doğru hiçbir söz yoktur. Göklerde ve yerde her şey bu söze, bu sözün doğruluğuna şahittir. Göklerde ve yerde Allah’tan başka hayata karışacak ilah yoktur ve bizler, tüm varlıklar O’nun kulu ve kölesiyiz. Bu âlemde bundan daha büyük bir gerçek yoktur. Tüm kâinat bunu ikrar eder. Bu sözü söylemekle bizler, tüm varlıkların baş eğdiğine baş eğmiş, kul olduğuna kul olmuş oluyoruz demektir. Bu sözle bizler gökler ve yerlerle birleşmiş oluyoruz. Bildiğimiz bilmediğimiz sayısız ordular bizim safımızdadır.

(Besairu’l Kur’an)

 

24- Görmedin mi ki Allah nasıl bîr misal getirdi? Güzel bir söz, kökü (toprakta) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gi­bidir. [16]

(24) «Görmedin mi ki Allah nasıl bir misal…» Bu Ayetin Tefsiri

Burada hitap Hz. Peygamberedir. Bazı müfessirlere göreyse hitap, hitaba elverişli olan herkesedir. Allah Teâlâ’nın bir misal vermesi, açıklaması, onu yapması ve yerine uygun şekilde onu kul­lanması demektir.

«Kelime Tayyibe» ile «ŞecereH Tayyibe» ifadeleri hakkında müfessirler aşağıdaki gibi değişik görüşler öne sürmüşlerdir:

1- Beyhaki ile bazı müfessirlerin İbn Abbas’tan rivayet et­tiklerine göre, «Kelime-i Tayyibe», «Eşheduen lâ ilâheillallah» (Şe-hadet ederim ki: Allah’tan başka ilâh yoktur) demektir.

2- El-Esamm’dan gelen rivayete göre, «Kelime-i Tayyibe», Kur’an’dır.

3- İbn Bahr’a göre İslâm davetidir.

4- Teşbih ve tenzihtir.

5- Mutlak mânâda Allah’ı övmektir.

6- Her güzel sözdür.

7- Bütün taatlerdir.

8- Müminin kendisidir.

Konuyla ilgili bu rivayetler gelmiştir. Tabari ile îbn Ebi Ha­tim son görüşü İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Ancak bu aye­tin zahiri ile çelişmektedir. Çünkü müminin kendisi için «Kelimen lâfzı sadece Hz. îsa için kullanılmıştır.

Burada müşebbehunbih olan «Şecer-i Tayyibe» ile kastedilen, müfessirlerin çoğuna göre hurma ağacıdır. Bu görüş, İbn Abbas, îbn Mesud, Mücahid, İkrime, Dahhak ve İbn Zeyd’den nakledil­miştir.

Şuayb b. Hebheb’ten şöyle rivayet edilmiştir: «Biz Hz. Pey-gamber’in (s,a) ashabından Enes’in yanında otururken, ona bir tabak dolusu hurma getirdiler. Enes Ebu’l-Aliye’ye; «Ey Eba’l-AlU ye, ye! Bu Allah’ın kitabında belirtmiş olduğu tayyib ağaçtandır» dedi.» (Abdurrezzak, Tirmizi).

Enes’ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber’e «Busr» de­nilen hurmadan bir kap dolusu (veya bir salkım) getirildiğinde, mezkûr ayeti okuduktan sonra, «îste bu ağaç hurmadır» diye bu­yurdu. (Tirmizi, Nesei, İbn Hibban, Hâkim. Bu hadis için Tirmizi (yukarıdaki) mevkuf hadisten daha sahih olduğunu söylerken, Hâkim de bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir).

İbn Merduveyh’in îbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre bu ağaç, hindistan cevizi ağacıdır.

Taberi ile İbn Ebi Hatim’in İbn Abbas’tan rivayet ettiklerine göre, «Bu cennetten bir ağaçtır». Bazıları güzel meyva veren hur­ma, incir, üzüm, nar gibi ağaçların kastedildiğini söylemişlerdir.

«Şehadet» kelimesini bu sıfatlara sahip olan ağaca benzetme­nin nedeni şudur: Şehadet kelimesinin aslı ve menşei imandır. İman da müminlerin kalbine yerleşmiştir. İmandan çıkan dallar ve onun üzerine bina edilen salih amellerle temiz fiiller göklere yükselip giderler. Bunların üzerine terettüp eden Allah’ın sevap ve rızası da bu ağacın meyvasıdır. Bu meyva her an olmaktadır.

Seleften bunu hurma ağacı ile yorumlayanlar, «Hin» kelime­sinin ne kadarhk bir zaman olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Beyhaki’nin Said b. Müseyyeb’ten rivayet ettiğine göre «Hin» iki aydır. Çünkü hurma ağaç üzerinde iki ay durabilir. Taberi’nin Mü-cahid’den rivayet ettiğine göre, bir senedir. Daha farklı görüşler de vardır. Sırf İbn Abbas’tan gelen görüşler bile değişiktir. Ancak en meşhur rivayete göre, o bunu altı ay olarak yorumlamıştır. Çünkü hurmanın meyva vermesiyle meyvanın yenilecek duruma gelmesi arasında altı aylık bir süre vardır.

İbn Abbas, kardeşiyle «bir hin» kadar konuşmayacağına ye­min eden kimseye, «Eğer altı aydan önce konuşursan keffaret vermen gerekir» diye fetva vermiştir. Hanefiler de bu görüştedir.

İnsanların öğüt almaları için Allah Teâlâ misaller vermekte­dir. Çünkü darb-ı mesellerde alınacak öğütler vardır. Bu, akli mâ­nâları beş duyu ile görülen suretlerle tasvir etmektir. Böylece his ile hayal arasındaki münakaşa kalkmış olmaktadır.

(Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:)

24-25. “Güzel söz” diye tercüme ettiğimiz “kelime tayyibe” tamlaması “doğ­ru söz, sağlam inanç, kelime-i tevhîd yani “lâilâhe illellah”[45] peygamberlik, vahiy, âhiret” ve Allah’ın bütün mesajlarını ifade etmektedir. [46]

Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine imanı yani kelime-i tevhîdi ifade eden “güzel söz”, kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca benzetil­mektedir. Bu ağaç nasıl Allah’ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa “kelime-İ tevhîd” de o şekilde faydalıdır. O da müminlerin kalplerine yerleşip kökleşince onların davranışlarını etkilemekte ve imanın ürünleri, meyveleri onla­rın üzerinde görülmektedir. Onlar Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirme­ye çalıştıkları gibi, ilim, irfan ve güzel işleriyle de insanlık için daima faydalı ol­maya gayret ederler. Öte yandan ağacın diri kalması için nasıl sulama ve budama gibi bakıma ihtiyacı varsa kalpteki iman da böyledir. Eğer mümin faydalı ilim, gü­zel amel, zikir ve tefekkürle onu beslemezse o da zayıflayıp yok olabilir. [47]

[45] Şevkânî, III, 101

[46] Esed, II, 506

[47] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/286.

24- Görmedin mi, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalları ise göktedir.

Güzel-Hoş Ağaç Örneği

Güzel-hoş sözle güzel! ağaç arasındaki ve kötü sözle de kötü ağaç arasındaki benzer­liğe muhatapların dikkati çekilmiştir. Bu örnek, uyarmak ve öğüt vermek için verilmiştir. Nasıl ki iyi cins ağacın kökü yerde sabit olup gövdesi gökyüzüne yükseliyorsa, en güzel bir şekilde gelişip her mevsimde aralıksız olarak güzel meyveler veriyorsa, güzel sözün de aynı şekilde her zaman ve her yerde sürekli olarak iyi, faydalı etkisi olur. Cinsi kötü ağaç nasıl yerde sabit kalamıyor, gökyüzüne doğru yükselemiyor, meyve olarak da sadece en kötüsünü veriyor ve kolaylıkla sökülüp atılabiliyorsa, aynı şekilde kötü sözün de ne kökü, ne dayanağı, ne de faydası vardır.

Dördüncü ayet ise, yönlendirme ve tamamlama mahiyetindedir. Allah, kendisine inanan kimseleri, hem dünyada hem de ahirette sapasağlam, iyi ve faydalı sözle sebat içinde kılar. Zalimleri ise, yani kalpleri bozulmuş, sürekli günah ve sapıklık içinde olanları da, zulümlerinden dolayı bu Rabbani inayet ve korumadan mahrum bırakır. Gerçekleşecek olan son, sadece Allah’ın dilediğidir ve O’nun istediği şekilde olacaktır.

Müfessirlerin[24] Peygamber (s)’den ve sahabelerden naklettikleri hadislere göre, örneklerde geçen güzel ağaç hurma ağacıdır. Zira ondaki Özellikler, Örnekte verilen özelliklere uymaktadır. Kötü ağaç ise Hanzala ağacıdır (Ebu Cehil karpuzu).

Ayetlerin, mü’minler ile kafirlerin ahirette varacakları yerin açıklanmasından sonra gelmesi, önceki ayetler ile arasındaki ilişkinin varlığını açıkça göstermektedir.

Dikkatler son ayetin üslûp ve muhtevasına çekilmektedir. Üslûp ve muhteva, Allah’ın sapıklığa düşenlerin sapıklığını, inananların da imanını belirii kimseler üzerinde kesinleştirdiği izlenimini vermektedir. Açıklamaya göre, Allah’ın koruma ve sabit kılması mü’minin inanmasından sonra gelmektedir. Çünkü o, bu suretle niyetinin güzelliğini, arzusunun da doğruluğunu ispat etmiş olmaktadır. Allah’ın gazap ve saptırması da, zalim, sapık kafir için olmaktadır. Çünkü o bu özelliklere sahip olup, sürekli bu davranışlar içindedir. [25]

Güzel Söz İle Kötü Sözün Mahiyeti

“Allah iman edenleri, dünya hayalında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içimle kılar, zalimleri de saptırır” ayeti, haddizatında özel bir öneme sahiptir. Ayet, örnekte geçen güzel sözden maksadın iman ve salih amel olduğunu, kötü sözden maksadın da küfür ve günah olduğunu vurgulamaktadır. Açıklamada imanın, sahibinin nefsinde yer etmesiyle onun hayrı idrak etmesini ve bu yolda devam etmesini sağlayacağı ve böylece huzurlu olup, dünya ve ahirette, her yerde Allah’ın rızasına, korumasına ve iyiliğe mazhar olacağı ifade edilmektedir. Bunun aksine olarak da küfür sahibinin içini köreltir ve onu kapkaranlık yapar. Arlık o kimse hertürlü günah ve kötülükleri fitneden, sıkılmadan işlemekten geri durmaz. Böylece hem kendisi, hem de çevresine kâbus haline gelir, Allah’ın gazabına, azabına layık olup yardım ve hidayetinden mahrum olur.

Ayetin muhtevası, hem dünya, hem de ahirette karşılaşılacak halleri kapsamaktadır. Buhari’nin sahih hadis kitabının tefsir bölümünde naklettiği bir hadis, bu ayetin açıklaması mahiyetinde olup, insanlar ölüp kabirlerine defnedildikten sonra kendilerine yöneltilecek soruyla, onların verdiği cevabı da aktarmaktadır. Hadis şöyledir; “Müslüman kabrinde sorguya çekildiğinde, Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına, Muhammed’in de O’nun elçisi olduğuna şehadet eder. İşte bu Allah’ın şu sözünün ifadesidir: “Allah iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.”

Müfessirler bu ayetin tefsirinde başka hadisler de nakletmişlerdir. Bunların bazısının, ayetin açıklama veya uygulaması olduğu, bazısının da kabir sorgusu ve kabirdeki nimet veya azap ile ilgili olduğu gözükmektedir. Sahih hadis kitaplarının müellifleri de bu konuda çok sayıda hadis nakletmişlerdir. Bunlardan birisinde, Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre Allah’ın Rasulü (s) şöyle buyurmuştur: “Allah iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar”. Kabirde ona şöyle sorulduğunda: “Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir?” O da şöyle cevap verir: Rabbim Allah, dinim İslam, peygamberim de Muhammed’dir. Bize Allah katından apaçık deliller getirmiştir; ben de ona inandım ve tasdik ettim. Sonra ona şöyle denilir: Doğru söyledin; bu şekilde yaşadın, bunun üzerine öldün ve bunun üzerine diriltileceksin. Yine bu neviden olarak Berâ (r)’ın naklettiği şu hadîs vardır: “Ensardan bir adamın cenazesini defnetmek için Allah’ın Rasulüyle birlikte çıktık. Kabre geldiğimizde, yeri daha kazılmamışti. Allah’ın Rasulü oturdu, biz de çevresine oturduk. Başlarımızda kuş varmış gibi sessiz bir haldeydik. Elinde bir çubuk vardı, onunla toprağı çiziyordu. Nihayet başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Kabir azabından Allah’a sığının”. Bunu iki veya üç defa tekrarladı, sonra şöyle buyurdu: “Mümin bir kul dünyadan ayrılıp ahirete yöneleceği vakit, yüzleri güneş gibi parlak, bembeyaz melekler gökten onun yanına inerler, beraberlerinde cennet kefenlerinden bir kefen, yine cennet kokularından da bir koku vardır. Gelip gözün alabildiği kadar geniş bir alanda ona yakın otururlar. Sonra ölüm meleği gelip onun başucuna oturur ve şöyle der: Ey huzur bulmuş tatminkâr ruh! Allah’ın affına ve rızasına doğru çık! Ruh, damlanın kaptan süzülüp aklığı gibi, süzülüp çıkar ve ölüm meleği hemen onu alır, aldığında göz açıp kapayıncaya kadar elinde tutmaz, diğer melekler hemen onu alıp getirdikleri kefene, kokular içerisinde sararlar ve ondan yeryüzünde bulunan en güzel misk kokusu gibi koku yayılır, sonra onu hemen alıp göğe yükselirler. Meleklerden yanından geçtikleri her grup: Bu güzel koku da nedir? derler. Onlar da: Falan oğlu filandır, derler, onu dünyada çağırdıkları en güzel isimleriyle tanıtırlar. Sonunda onu dünya semasına getirirler, ona kapının açılmasını isterler, kapı açılır ve her kat semadaki yüksek mertebeli melekler bir sonraki semaya ulaşıncaya kadar ona refakatçilik eder. Bu şekilde yedinci kat semaya getirilir ve Allah şöyle buyurur: Kulumun kitabını illiyyinde (yüceliklerde) yazın; sonra onu yeryüzüne döndürün. Çünkü ben onları ondan yarattım, yine oraya döndüreceğim. Sonra oradan tekrar çıkartacağım. Böylece ruhu cesedine iade edilir. Ve hemen iki melek gelir, yanına otururlar ve ona şöyle derler; Rabbin kimdir? O da: Rabbim Allah’tır, der. İkisi tekrar: Dinin nedir? derler, O da: İslam’dır, der. Onlar: Sizin içinizden gönderilen bu adam kimdir? derler. O da: O Allah Rasulüdür, der. Onlar: Bilgin nedir diye sorarlar. O da: Allah’ın kitabını okudum, O’na iman ettim ve tasdik ettim, der. Gökten bir münadî şöyle seslenir: Kulum doğru söyledi. Ona cenneti yayıp genişletin, cennet elbiselerinden giydirin ve ona cennete bakan bir kapı açın. Oradan ona cennetin havası ve kokusu gelir, Kabri göz alabil­diğince genişletilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir adam yanına gelir ve şöyle der: Seni sevindirip hoşuna giden her şey sana müjde olsun. Bugün vaadolunduğun gündür. Ona.; Sen kimsin? Yüzün hayırla gelen kimsenin yüzü gibi, der. O da; Ben senin salih amelinim, der. O zaman kabir sahibi: Ey Rabbim Kıyamet’i kopar, Kıyameti kopar, diye dua eder. Kafir kul ise, dünyadan ayrılıp, ahirete göç vakti geldiğinde, yanına gökten simsiyah yüzlü, beraberlerinde kalın yün elbiselerle melekler inerler ve göz alabildiğince geniş alana otururlar. Sonra Ölüm meleği gelip başucuna oturur ve şöyle der: Ey kötü ruh! Allah’ın azab, gazabı üzerine olduğu halde çık. Bedenine yayılır ve ıslak yünden demir kancalar çekip çıkarır gibi ruhunu çekip çıkarır. Onu aldığında, elinde bir an bile bekletmeden hemen onu alıp getirdikleri kalın elbiselere sararlar, ondan yeryüzünde bulunabilecek en kokmuş lâşe kokusundan daha kötü koku çıkar. Onu alıp hemen göğe yükselirler. Yanlarından geçtikleri her melek grubu; “nedir bu kötü, pis ruh” diye sorarlar. Onlar da; falan oğlu filan derler. Dünyada anıldığı en kötü isimleriyle onu tanıtırlar. Nihayet dünya semasına gelirler ve ona kapının açılmasını isterler ama kapı açılmaz. Sonra Allah’ın Rasulü şu ayeti okudu: “… onlara gök kapılan açılmaz ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremezler…” (Araf, 40). Allah (c) şöyle buyurur. Kitabını yerin en altında, siccîn’de yazın. Ve ruhu şiddetle savrulup atılır. Sonra şu ayeti okudu: “Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de, onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir” (Hac, 31). Sonra ruhu cesedine döndürülür; iki melek gelip yanına otururlar ve ona şöyle derler; Rabbin kimdir? O da: Bilmiyorum, der. Onlar: Dinin nedir? derler. O da: Bilmiyorum, der. Onlar: Sizin içinize gönderilen bu adam kimdir? derler. O da: Bilmiyorum, der. Gökyüzünden bir münadî seslenir: Kulum yalan söyledi, ona ateşi yayın ve cehennemden bir kapı açın ki ona sıcağı ve zehiri gelsin. Kabri onu Öyle bir sıkıştırır ki, kemikleri birbirine geçer. Sonra yanına çirkin yüzlü, pis elbiseli, kötü kokulu bir adam gelir ve şöyle der: Seni rahatsız edip üzecek en kötü haberler sana müjde olsun, bugün, önceden vaadedildiğin o gündür. O da : Sen kimsin, yüzün şer, kötülük getiren kişinin yüzü gibidir, der. Ben senin kötü amelinim, der. Bunun üzerine kabir sahibi: Ey Rabbim Kıyamct’i koparma diye yalvarır”[26].

Beş sahih kitabın sahibi olan: Buhari, Müslim, Tirmizî, Ebu Dâvud ve Nesâî de Enes (r)’den bu hadisin bir kısmı içinde bulunan bir hadis rivayet etmişlerdir: Peygamber (s) şöyle buyurdu: “Bir kul kabrine konulup, dostları ondan ayrılıp gittiklerinde -ki o, onların ayak seslerini işitir, iki melek gelip, yanına oturur ve şöyle sorarlar: Bu adam hakkında (Muhammed) ne diyordun? Mü’rnin ise şöyle der: Şehadet ederim ki o, Allah’ın kulu ve elçisidir. Ona: Cehennemdeki yerine bak, Allah onun yerine sana cennette başka bir yer verdi, denir. Her iki yeri de görür. Ama kafir veya münafık ise, ona da: Bu adam hakkında ne diyordun diye sorulur, o da: Bilmiyorum, ama insanların söylediklerini söylüyordum, der. Bunun üzerine ona, “Ne bir şey öğrendin, ne de okudun” denir ve demirden tokmaklarla öyle bir vurulur ki, bağırışını insanlar ve cinlerden başka her yaratık işitir”[27].

Naklettiklerimizden başka, konuyla ilgili birçok hadis vardır. Ama maksat bu kadarla hasıl olduğundan, bunlarla yetiniyoruz[28]. Ayetin açıklaması veya tatbiki olarak, nakledilenler üzerine şu yorumu yapabiliriz: Madem ki ayetin içeriği ve ruhu kapsam olarak çok geniş olup, dünya ve ahirette olan her konuma değinmekledir; o halde hadislerde anlatılanlar da örnek olarak verilmiş ve Allah’ın mü’min kimsenin konumunu sağlamlaştıracağı, kafirin konumunu ise her yerde desteksiz, zayıf bırakacağı vurgulanmak istenmiştir.

Kabir sorgusu, mükâfatı ve azabı konusunda şunu söyleyebiliriz: Bu konuda hadisler nakledilmiştir; bu konularda akd, mantık bir sınırda durur, öteye geçmez. Kur’an’da geçen bu tür haberlerin durumu da aynıdır. Bunları yapmaya Allah’ın gücünün yeteceğine inanılır ve bunların anlatılmasında da bir hikmet olduğu kabul edilir. Burada hikmet olarak ilk akla gelen, mü’min kimseyi tatmin etmek, onu şevklendirip konumunu sağlamlaştırmak ve iman etmeye heveslendirmektir. Kafiri de korkutup konumunun çirkinliğini ortaya koymaktır.

Hadislerin metinlerinden, özellikle de uzun hadisten anlaşılıp istifade edilecek hususlar bunlardır. Allah daha iyi bilir. [29]

[24] Bkz. Taberi, Begavi, İbn Kesîr, Tabresi ve Hâzin tefsirleri.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/98-99.

[26] Bkz. İbn Kesir tefsiri. Müfessirin kaydettiğine göre bu hadisi Ebu Davud! Ağmeş’ten, Nesâî ve İbn Mâ-ce de Mınhâl b. Amraveyh’den rivayet etmiştir.

[27] Bkz. Tâc, c.1, s.338-339.

[28] Bkz. Tâc, c.1, s.339-340 İbn Kesir, Taberi, Begavi, Hâzin tefsirleri.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/99-102.

(Et-Tefsir’ul Hadis)

 

24- Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı. Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.

25- (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.

26- Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünde koparılmış, sabit olmayan kötü bir ağaca benzer.

27- Allah, inananları, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder, Allah zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar.

28- Baksana şunlara, Allah’ın nimetini nankörlüğe çevirdiler, (onun nimetine şükredecekleri yerde nankörlük edip inkara saptılar) kavimlerini de helak yurduna kondurdular.

29- Yaslanacakları cehenneme götürdüler. Ne kötü duraktır o!

30- Allah’ın yolundan şaşırtmak için O’na eşler koştular, De ki: “(Şimdilik) eğlenin, gideceğiniz yer ateştir.”

Sözlük

Güzel söz: Bu söz, lailahe illallah Muhammedürrasûlüllah’tır.Güzel ağaç: Bu ağaç hurma ağacıdır.

Kötü söz. Ki, bu inkar sözüdür. Kötü ağaç gibidir. Gövdesi sökülmüş, koparılmış. Sağlam söz ile. Bu söz, ‘lailahe illallah’tır. Ve ahirette. Kabirde, dolayısıyla melekler ona Rabbini dinini ve peygamberini sorarken onların sorduğu sorulara cevap verir. Allah’ın nimetini değiştirdiler. Yani tevhid ve İslâmı inkar et­iler ve şirkle değiştirdiler. Helak yurdu. Yani cehennem. Allah’a eşler koştular. [18]

Açıklama

Âyetler tevhid, yeniden dirilme ve cezayı izaha devam ediyorlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ey Rasul “görmedin mi, bilmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı? Güzel söz”[19] mü’minin söyleyeceği lailahe illallah’ kelimesi; “kökü (yerde) sabit, dalları gökte yükselen güzel bir ağaç gibidir. O ağaç Rabbinin izniyle” kudreti ve emri altına almasıyla her zaman sabah akşam yaş ve kuru olarak “yemişini verir.”Şu halde ‘lailahe illallah Muhammedun Rasûlüllah’ kelimesi, kul için her vakit salih amel meyvesi verir. Bu “kelime, kişinin kalbinde ve ondan doğan salih amel arasında Allah’ın huzuruna yükselir.”Allah öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.”Yani bu âyetlerde kafir ve mü’min için misal getirdiği gibi öğüt alırlar diye inanan ve inanmayan insanlar için de misaller getirir. Ki belki onlar öğüt ve ders alırlar da inanıp salih amel işler ve böylece Allah’ın azabından kurtulurlar. “Kötü sözün” kafirin kalbindeki inkar kelimesinin “durumu da gövdesi yerden koparılmış sabit olmayan “ve ancak acı, kötü lezzetli ve bereketsiz meyve veren “kötü ağaç” kendisinde odun olma dışında fayda olmayan, bir ağaç “gibidir.” Allah inananları dünya hayatında da ahirette de doğru söz olan kelimeyi şehadet istikameti üzere tutar. Bu vaad, Allah’ın sadık mü’min kullarına her ne kadar fitne ve bela olsa da ölünceye kadar onları iman üzere sabit kılacağını vaad etmesidir. Ahirette onları iman ve İslâm üzere sabit kılması, ahiret yurdunun başlangıcı olan kabirde iki melek onlara Rabbini, dinini ve nebisini sorarken olacaktır.[20]Şu halde Allah onları sağlam sözle, ki bu imandır, bunun aslı da ‘la ilahe illallah Muhammedurrasûlüllah’tir ve salih amel demek olan İslâm’la sabit kılmaktadır.

“Allah” mü’minlere hidayet vermesine karşılık “zalimleride saptırır.” Yani onları kendi tercihlerinde serbest bırakır. Zorla imana getirmez. Onları sağlam söze muvaffak kılmaz, dolayısıyla onlar küfr üzere ölürler, helak olurlar ve hüsrana uğrarlar. Bunun sebebi onların şirkte ısrar etmeleri, şirke davet etmeleri, inandıkları için mü’minlere zulüm ve işkence yapmalarıdır.”Allah dilediğini yapar.”Bu, Allah’ın hür iradesini ortaya koymaktadır. Bu sebeple Allah dilediği kimseyi iman üzre sabit kılar, dilediği kimseyi de kendi yaptıklarından dolayı saptırır. O’na itiraz ve inkar söz konusu olamaz: Çünkü Allah, hiç kimseyi zorla imana veya küfre saptırmaz. Herkes kendi iradesiyle dinini seçer. Dolayısıyla Allah’ı hidayet vermesinde ve saptırmasında asla zorlama olmaz. .”Ey Rasûl görmedin mi?” senin bilgine ulaşmadı mı? Allah’ın nimeti, Rasûlüllah’ın getirdiği, içinde hidayet ve hayır olan İslâm’ı değiştirdiler. Allah’ın Rasûlünü ve getirdiklerini yalanladılar, küfre razı oldular. Bununla da küfre teşvik ettikleri ve yalanlamaya cesaretlendirdikleri kavimlerini helak yurduna kondurdular. Yani dünyada savaş alanlarında öldürttüler, ahirette de ebedi cehenneme girmelerine sebep oldular. Dolayısıyla Bedir’de helak olan cehenneme kâfir olarak gitti. Daru’l-bevar: Alev ve hararetiyle insanların yanacağı cehennemdir. “Orası” kavimlerini yerleştirdikleri “ne kötü duraktır.” “Allah’ın yolundan şaşırtmak için ona eşler koştular.” Yani Allah’ın nimetini küfürle değiştirenler ki, bunlar Mekke kafirleridir. Allah’a ibadet edecekleri ortaklar koştular. Bu ortaklan Lat, Uzza, Hubel, Menat isimli batıl ilahlarıydı. Bunları ortak yaptılar ve başkalarını Allah’ın rızasına ve yüce komşuluğuna ulaştıracak İslâm’dan saptırmak için onlara ibadete çağırdılar.De ki: İçinde bulunduğunuz dünyanın malıyla” faydalanın. Şüphesiz gideceğiniz yer, “işinizin sonu cehennemdir.” Şöyle ki: Eğer ölünceye kadar şirk ve isyanda ısrar ederseniz, Öldükten sonra cehenneme gideceksiniz. [21]

Sonuç

1- Manaların zihinde anlaşılması için misal vermek güzel bir eğitim tarzıdır.

2- Âyette imanla küfr, tevhid kelimesiyle küfr kelimesi ve bunlardan herbirinin meydana getireceği hayır ve şer arasında mukayese yapılıyor.

3- Allah, mü’minlere, iman üzere ölebilmeleri için, onları iman üzere sabit kılacağını ve kabir azabından, münker ve nekirin sorularına cevap vermekte de yardım edeceğini vaad etmiştir.

4- Âyeti kerimede “faydalanın” diye yüce Allah’ın kafirlere hitap etmesi, emir ve mübahlık için değildir. Kafirleri tehdit ve korkutmak içindir. [22]

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/370-371.

[19] Güzel söz ‘lailahe illallah’ kelimesidir. Güzel ağaç da mü’mindir. Burada örnek verilen ağaç hurma ağacıdır. Rasûlüllah: “Ağaçlardan bir kısmı vardır ki, yaprağı dökülmez. İşte o, mü’minin benzeridir. O ağaç hangisidir bana ha­ber verin?” buyurmuş, sonrada “hurma” demişlerdir…” Mü’minin hali hurma gibidir. Eğer sen onunla beraber olursan, onunla beraber oturursan ve istişare edersen, her şeyinden faydalanılan hurma gibi sana faydası dokunur” buyurul-m ustur.

[20] Nesai’nin, Bera’dan rivayetine göre; “Allah iman edenleri dünya hayatında da ahirette de iman ve İslâmla istikamette tutar.” âyeti kabir azabı hakkında inmiştir. Denilir ki: Ölüye “Rabbin kim?” denir “Allah” der, “dinin nedir?” denir, “Mu-hammed (s.a.v.)’in dinidir” der.”

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/371-373.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/373.

(*En Kolay Tefsir)

 

Hak Kelimesi İle Batıl Kelimesinin Misâli

24-25– Allah’ın, hoş bir sözü; kökü sağlam, dallan göğe doğru olan —Rabbinin İzniyle her zaman meyve veren— hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misâl gösteriyor.

26– Çirkin bir söz de, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.

27– Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar. [42]

Bazı Kelimeler:

Dayandı, mesel verdi. Arapçada mesel; içindeki parlak tasvir ve sağlam incelik dolayısıyla akılları esir alıp dimağlara hakim olan özlü ve akıcı söz anlamına gelir.

Sabit: Kökü toprağa yerleşmiş olan. Allah’ın dilediği her anda yemişini verir.

İctisas: Cüssenin tamamını almak, kökten koparılmış Kalplerine yerleşen söz. [43]

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

Önceki ayetlerde bahtiyar mü’minler ile bahtsız kafirlerin ve asilerin akıbetleri anlatıldı. Bu ayetlerde ise Cenab-ı Allah güzel söz, yani islam kelimesi ile murdar söz, yani şirk kelimesi için misal verdi ki, her iki durum arasındaki fark ortaya çıksın. Nefse daha fazla etki etsin diye bu misalde maddi elbiseler üzerine manevi elbiseler geçirilmiştir, öteden beri araplar misalleri sözlerinin en kıymetlisi yapmış, hikmetlerle ve eşsiz inci tanelerim andıran güzel kelimelerle diğer sözlerinden yarı bir özelliğe sahip kılmışlardır. Aklı ve ruhu çok etkiliği için, darb-ı meseller araplar arasında yayılmıştır. [44]

Açıklama:

Ey muhatap! Bilmez misin ki, Cenab-i Allah nasıl misaller vermiş, bunları seçip, beğenmiş, layık oldukları yere bırakmış; güzel sözü güzel ağaca benzetmiştir. Güzel sözden maksat, îslamın şehadet kelimesidir. Ya da iyi olan her sözdür. Güzel ağaçtan maksat, hurma ağacıdır, diyenler olmuştur.

Cenab-ı Allah, güzel sözü güzel ağaca benzetmiştir. Güzel söz, yani islam kelimesi, mü’minin güzel amelleri, semâya yükselir. “Güzel söz O’na çıkar, îyi ameli de Allah’a yükselten O’dur”[45]

Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Mü’min kimse hak sözü söyledikçe ve kelime-i şahadeti telaffuz ettikçe, bu sözleri ve kelimeleri göğe yükselir, bol sevaptan payını alır. Cenab-ı Allah bu güzel sözü, kökü yerde sabit bulunan, dallanan ve gövdesi de göğün ortalarına doğru yükselen bir ağaca benzetmiştir. Bu ağaç, Allah’ın dileyip kolaylaştırmasıyla ve yine O’nun belirlediği vakitte hoş ve temiz meyvelerini verir.

Evet meyvesinden bir çok insanın yaralandığı meyveli güzel ağaç gibi müminin kalbine hidayet girdiği, kalbi de nurla ve müslümanlıkla dolduğu zaman kendisinden nur ve hayır fışkırır. Bu sayede birçok kimsenin yüreği iyiliğe ve aydınlığa kavuşur.

Cenab-ı Allah, insanlara işte böyle Örnekler verir. Bu darb-ı meseller sayesinde insanlar konuları daha çok kavrar, İbret alırlar. Çünkü bu meseller, onları makûlattan ve tasavvurlardan alıp mahsûsata ve elle tutulur, gözle görülür, kulakla işitilir maddi şeylere götürürler. Böylece onlar, meseleyi şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlarlar. Evet bütün bunlar onların Öğüt ve İbret almaları içindir.

Kötü sözün, yani küfür kelimesinin ve benzeri sözlerinin misali, kötü bir ağaç olan Ebu Cehil karpuzudur. Bunun toprakta yerleşmiş, sabit bir kökü yoktur. Bilakis kökleri ve damarları, yerin yüzeyindedîr. Koparılması çok kolaydır. Bunun kökü yerden koparılmıştır. Kararı ve yerleşikliği yoktur.

İşte böyle yüksek kişilikli ve derin inançlı kimseler, her zaman yemiş veren ve yemişinden İnsanların yararlandığı ağacı andıran güzel sözün sahipleridir. Güzel ağaç misali bu güzel söz, onların ruhlarına kök salmış, dallan da yüksek alemlere yükselmiştir. Bu güzel söz hurma ağacına ne kadar da çok benzemektedir. Kökü toprağa yerleşmiş, dalları semaya yükselmiştir. Yemişi de her zaman vardır.

“Zayıf kişilikli şehvet perestlere gelince onlar, tad ve eser bakımından Ebu Cehil karpuzunu andıran kötü kelimenin, küfrün sahipleridirler.

Cenab-ı Allah inananları, kendilerini dinlerinde fitneye düşürecek ve itikadlarına olumsuz yönde etkide bulunacak kimselerle karşılaştıkları takdi­de, hayret verici nitelikleri anlaşılan güzel söz ve sağlam kelimelerle tespit eder. Bakın ey kardeşim, Bilal’e bakın. Suheyb’e bakın. Resuhıllah’ın diğer sahabilerine bakın. Allah onları dünya hayatında, ahiret hayatının duraklarından biri olan kabirde de sağlam sözle tespit edmiştir. Kıyamet zamanında da itikadları sorulduğu zaman hiç duraklamadan ve de tereddüt etmeden cevap verirler. Alışık olmadıkları kıyamet halleriyle karşılaştıklarında ürküntüye kapılmazlar.

Ebu Katede el-Ensarî, Ebu Hüreyre ve Esma binti Ebu Bekir (R.A.)’dan şu manada bir hadis rivayet edilmiştir: “Mü’min bir kimse vefat ettiğinde (defnedildikten sonra melekler tarafından) mezarında oturtulur. Kendisine: Rabbin kimdir! diye sorulur. “Allah’tır,” der. Kendisine: Peygamberin kimdir? diye sorulur. “Abdullah oğlu Muhammed” dir, der bu sorular defalarca kendisine sorulur. Sonra ona Cehennemin bir kapısını açarlar ve: Eğer hakdan sapsaydım, bak işte cehennemdeki yerim bu olacaktı, derler. Sonra cennetin bîr kapısını açarlar ve : Hakta sebat ettiğin için, bak işte Cennetteki yerin burası olmuştur.” derler.

Kafir de öldüğünde (defnedildikten sonra melekler tarafından) mezarında oturtulur. Kendisine: Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? diye sorarlar. Bilmiyorum, insanların (Bu hususta bazı şeyler) söylediklerini duyardım, diye cevap verir. Kendisine bilemedin, derler. Sonra Cennetin bir kapısı açılır ve kendisine: Eğer hakta sebat etseydin, yerin burası olacaktı, denilir. Daha sonra cehennemin bir kapısı açılır ve kendisine: Haktan saptığın için, yerin işte burası olmuştur, denilir. “Allah, inananları, dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. (O sözden asla ayrılmazlar)” ayeti kerimesinin anlamı işte budur.

Kötü istidatlı oldukları ve nefsin şehvetleri doğrultusunda, bir eğilim içine girdikleri için, zulmedenleri Allah işte böyle saptırır. Onları haktan batıla meyi ettirir. “Nefsini temizleyen iflah olmuş; onu kirletip örten, ziyana uğra-mıştır”[46] Allah, dilediği işi yapar. Çünkü her şey O’nun elindedir. O’nun gücü her şeye yeter. [47]

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/282-283.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/283.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/283-284.

[45] Fatır: 10.

[46] Şems: 9-10.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/284-285.

( Furkan Tefsiri)

“Görmedin mi Allah sana nasıl bir mesel getirmiştir: Güzel bir kelime, kökü sabit ve dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Ki o, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir durur. Allah insanlara meseller getirir. Olur ki onlar çok iyi düşünüp, ibret alırlar. Kötü bir kelimenin meseli (hali) de, toprağın üstünden koparılıvermiş kötü bir ağaç gibidir ki. onun hiçbir sebatı yoktur” (İbrahim, 24-26).

Bil ki Cenâb-ı Hak, bedbahtların halleri ile sa’îd (mutlu) kullarının hallerini açıklayınca, her iki topluluğa âit hükmün durumunu beyan eden bir misal zikretmiştir. İşte bu da, getirilmiş bu mesellerdir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: [102]

Birinci Mesele

Bil ki Cenâb-ı Hak, dört sıfatla nitelenmiş olan bir ağaç zikretmiş, sonra da güzel kelimeyi (sözü) bu ağaca benzetmiştir. [103]

Güzel Söz, Verimli Ağaç Gibidir

Birinci Sıfat, bu ağacın ‘güzel” olmasıdır. Bu birkaç manaya gelebilir:

1) Ağacın görünüşünün, biçiminin ve şeklinin güzel olması.

2) Kokusunun güzel olması.

3) Meyvesinin güzel olması, yani, ondan elde edilen meyvelerin son derece lezzetli ve hoş olması.

4) Bu ağacın, fayda bakımından güzel olması, yani, meyvelerinin yenilmesinden nasıl lezzet ve tat alınıyorsa, aynı şekilde ağacın kendisinden de çok faydalanılması… Ayetteki “şecere-i tayyibe” tabirini, bütün bu izahlara, birlikte hamletmek gerekir. Çünkü bu hususların birlikte bulunması, lezzetin mükemmel olmasını sağlar.

İkinci Sıfat, ayetteki “Kökü sabit” ifadesidir. Bu, “Kökü sağlamlaşmış. bakî, sökülmekten, kesilmekten, yıkılmaktan ve yok olmaktan emin” demektir. Bu böyledir, çünkü boş olan bir şey, yıkılma ve sona erme durumunda olursa, onu elde etmeden dolayı bir mutluluk hâsıl olsa bile, hep yok olupsona erecek diye korkulması dolayısı ile, meydana gelecek olan hüzün (endişe) son derece büyük olur. Ama hâlinden, onun bakî, dâim, yıkılmaz ve sona ermez olduğu bilinince, onu elde etmekten duyulan sevinç son derece büyük, onu bulmaktan ötürü duyulan sürür son derece mükemmel olur.

Üçüncü Sıfat, ayetteki “Dalları gökte olan” ifadesidir. Bu sıfat, o ağacın durumunun, şu iki yönden mükemmel olduğunu gösterir:

1) Ağacın dallarının yüksekliği ve boy atmadaki gücü, kökünün sağlamlığına ve toprak altındaki köklerinin sebatına delalet eder.

2) Ne zaman ağacın boyu yüksek ve çok boylu olsa, yeryüzündeki pisliklerden ve evlerin çöp ve atıklarından uzak olur. O zaman da onun meyvoleri bütün şaibelerden temizlenmiş, son derece güzel ve hoş olur.

Dördüncü Sıfat, ayetteki “O, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir” ifadesidir. Bundan murad şudur”Bahsedilen ağaç, bu sıfatla muttasıftır; Bu sıfat da, onun meyvelerinin dâima ve her zaman mevcut olması, meyveleri bazan bulunan bazan bulunmayan diğer ağaçlar gibi olmamasıdır.” İşte Allah Teâlâ’nın bu Kitab-ı Kerim’de bahsettiği ağacın izahı budur. Kesin olarak bilinir ki, böyle bir ağacı elde etme arzusu son derece büyük olur. Akıllı olan bir kimsenin onu elde etme ve ona sahip olma imkanını bulduğunda, ondan gafil olması ve onu elde etme hususunda gevşeklik göstermesi mümkün değildir. [104]

Allah’ı Tanımadaki Lezzet

Bunu iyice anladığın zaman biz deriz ki: Marifetullah ve rnuhabbetullah’a, Allah’a hizmete, O’na itaate dalmak, bu dört sıfat bakımından bu ağaca benzemektedir:

Birinci Sıfat, ağacın güzel olmasıdır ki bu tahakkuk etmiştir. Hatta biz deriz ki, hakikatte güzel ve leziz olan, marifetullah (Allah’ı bilmek)tir. Çünkü, belli bir meyveyi elde etmekle (yemekle) meydana gelen lezzet, meydana gelmiştir. Çünkü bu meyveyi yemek, bedenin yapısına uygun birşeydir. İşte bu uygunluk ve uyumun söz konusu olmasından dolayı, bu büyük lezzet meydana gelmiştir. Beri tarafta ise, nefs-i natıka ve kutsî ruh cevherine uygun düşen şey, ancak marifetullah, muhabbetullah ve bunlardan huzur ve itminan duymaya dalmadır. Böylece bu marifetin (bilginin) gerçekten leziz olması gerekmiştir. Hatta deriz ki, meyveyi yemekten dolayı alınan lezzetin, nefs cehverinin (ruhun), marifetullah ile aydınlanmasından elde edilen lezzetten çok değersiz olması gerekir. Bu fark ise, birkaç yönden izah edilebilir:

Birinci İzah: Maddi olarak hissedilen ve idrâk edilen şeyler ancak, hissedenin, hissolunan şeyin yüzeyi ile temas etmesi neticesinde idrâk edilirler. Ama “Hissedilenin cevheri hissedenin cevherine nüfuz etmiştir” denilmesine gelince, durum böyie değildir. Çünkü cisimlerin birbirlerine hulul etmeleri imkansızdır. Beri tarafa gelince, marifetullah, marifetullahın nuru ve bununla aydınlanma, nefis cevherine (ruha) sirayet eder ve onunla birleşir. Sanki nefis, bu aydınlanma hâsıl olduğu zaman, bu aydınlanmanın olmasından önceki nefisden başka bir nefis haline gelir. İşte bu iki durum arasında bulunan pek büyük bir farktır.

İkinci İzah: Yenen meyveden duyulan lezzette olan şey, bir tadma kuvvetidir. Hissolunan, idrâk edilen şey ise, belli bir taddır, Beri tarafta ise, idrâk eden, hisseden şey, kutsî nefis cevheridir. Bu nefis (ruh) ile bilinen ve hissedilen şey de, Allah Teâlâ’nın zâtı, onun celâl ve ikram sıfatlarıdır. Binâenaleyh bu iki lezzetten, birisinin diğerine nisbetle durumu, idrâk edilen bu iki şeyden birisinin diğerine nisbetle durumu gibidir.

Üçüncü İzah: Güzel bir meyveyi yemeden doğan lezzetler, meydana gelir gelmez, hemen yok olurlar. Çünkü lezzet ctyle birşeydir ki, çabucak kaybolur ve süratte değişir. Cenâb-ı Hakkın, kemâl ve celaline gelince,bunların değişmesi ve değişikliğe uğraması imkansızdır. Nefis cevherinin bu mutluluğu kabul etme kabiliyetinin değişmesi de imkansızdır. Binâenaleyh bu açıdan da, iki durum arasında büyük bir fark olduğu ortaya çıkmıştır. Bil ki dl’ iki şey arasındaki fark, nerede ise sonsuz bakımlardan olabilecek kadar çoktur. Fakat akl-ı selim sahibi olan bir kimse, diğerlerine dikkatini çekmek üzere zikredilen bu üç izah ile yetinebilir.

İkinci Sıfat, ağacın kökünün sabit olmalıydı- İşte bu sıfat, marifetullah ağacında daha kuvvetli, daha mükemmel olarak mevcudJur. Bu böyledir. Çünkü bu marifetullah ağacı kutsî nefis cevheri içinde kök salmıştır. Bu cevher, var olma ve bozulma (kevn-u fesâd)dan uzak, değişmekten ve yok olmakta, i beri bir cevherdir. Yine bu kök salmanın, yardımı ve meded-ü inayeti, Cenâb-‘ Hakk’ın celâlinin tecellisinden gelmektedir. Bu tecelli ise, Allah Teâlâ’nın, zâtında .nurun nuru ve zuhur ile tecellinin mebdei olmasının zarurî neticelerindendir. Bu ise, Kaybolması ve yok olması aklen imkansız olan şeylerdendir. Çünkü Allah Teâlâ, zâtından dolayı vâcibu’l-vücûddur, aynı zamanda bütün sıfatlarında da yine vâcibu’l-vücûddur. Binâenaleyh değişme, yok olma, zeval, cimrilik ve vermeme gibi sıfatlar O’nu.n hakkında düşünülemez. Böylece kökü sabit olarak vasfedilen ağacın, ancak (marifetullah) ağacı olduğu kesinlik kazanır. [105]

Marifetullahın Meyveleri

Bil ki Marifetullah ağacının da, ilahî âlemin göklerinde yükselen dallan ve cismâni alemin göklerinde yükselen dalları vardır.

Birincisi, pek çok kısım olup, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Allah’ın emrine ta’zim göstermek” ifâdesi, bütün bu kısımları içine alır. Marifetulla hin ruhlar alemindeki, cisimler alemindeki delillerini, felekler ve yıldızlar âleminin hallerini ve süflî âlemin (dünyanın) hallerini iyice tefekkür etmek ile, muhabbetullah, zevkullah, zikrullah’a devam, bütünüyle Allah’a itimad (tevekkül) ve Allah’ın dışındaki herşeyden kesilmek, şu kısımlara dâhildir. Bu kısımları iyiden iyiye araştırıp zikretmek, şu anda istenilen zor şey değildir. Çünkü bunlar, sonsuz denecek kadar çok olan muhtelif hallerdir.

İkinicisine gelince, bunlar da pekçok kısımdır. Hz. Allah’ın mahlûklarına şefkat duymak” ifâdesi, bütün bunları kendisinde toplamaktadır. Rahmet, re’fet, müsamaha, günahlardan geri durma, insanlara iyilik yapmaya ve onlardan kötülüğü uzaklaştırmaya gayretetme ve kötülüğe iyilikte mukabele etmek, bunlara delildir. Bu kısımlar da sonsuzdur. Bunlar, Marifetullah ağacının; sabit olan dallarıdır. Çünkü insan, Marifeti Allah’a ne kadar çok dalarsa, ondaki bu haller de, o nisbette daha mükemmel, dalla güçlü ve daha üstün olur.

Dördüncü Sıfat, bu ağacın, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verip durmasıdır.

Binâenaleyh bu Marifetullah ağacı, bu sıfata, maddi ağaçlardan daha layık ve müstehaktır, Çünkü Marifetullah ağacı, bu halleri iktizâ ettirmektedir ve bunların meydana gelmesinde de müessirdir. Sebep, müsebbepten (sonuçtan) ayrılmaz Dolayısıyla, Marifetullah ağacının kalb toprağında kök salmasının tesiri, kalbin, nazarının ibretle bakar hale gelmesidir. Nitekim Cenâb-ı Hak da, “işte ey akıl ve basiret sahiplen, siz ibret alın” (Haşr 2) buyurmuştur. Yine bunun tesiri, Allah Teâlâ’nın, O kullarım ki) onlar söze kulak verirler de onun en güzeline uyarlar” (Zumer. 18) şeklinde de beyan ettiği gibi, onun işitmesinin hikmetle olması; “adaleti titizlikle ayakta tutanlar ve Allah için şahitlik edenler olun. Velev kendinizin (…) aleyhinde olsun”(Nisa, 135) buyruğunda da belirtildiği gibi, konuşmasının doğruluk ve sıdk olmasıdır. Nitekim, Hz. Peygamber’de (as) “Aleyhinize de olsa, doğruyu söyleyin” buyurmuştur. Marifetullah ağacının, insanın kalb toprağında kök salması ne kadar kuvvetli ve mükemmel olursa, bu tesirlerin ondaki zuhuru da, o nisbette fazla olur. Çoğu zaman, insan bu meseleye dalar da gördüğü her şeyde Hak Teâlâ’yı görecek bir hale gelir ve çoğu zaman, bundaki terakkisi artar da, gördüğü herhangi birşeyde, ondan önce Allah’ı görür bir hale gelir. İşte Allah Teâlâ’nın “Rabbinin izniyle her zaman yemişini verip durur” buyruğu ile kastedilen budur. Yine zikrettiğimiz bu şeyler, nefsanî ilhamlara ve rûh cevherlerinde bulunan ruhanî melekelere bir işarettir. Sonra nefisten her an, her lahza ve her saniye, bu ağacın meyveleri gibi güzel söz, salih amel, huzû, huşu, ağlama ve tevâzû yükselir

Ayetteki “Rabbinin izniyle” kaydında dikkate şayan bir incelik var. Çünkü bu yüce hallerin ve yüksek derecelerin meydana gelmesi esnasında bazan, insan bunlar, bunlar olduğu için, bunlardan dolayı sevinir; bazan da yükselir ama. bunlar bunlar olduğu için, bunlardan dolayı sevinmez, ancak bunlar Allah’dan olduğu için sevinir. İşte o zaman sevinci aslında, bu hallerden dolayı değil de, mevlâsından dolayı (mevlası için) olmuş olur. Bundan ötürü muhakkiklerden birisi şöyle demiştir: “Kim irfanı, irfan olduğu için seçerse (alırsa), fâni olanı kabul etmiş olur, Kim de irfanı, irfan olduğu için değil, onunla bilinenden dolayı tercih eder (alırsa), vuslat (Allah’a kavuşma) denizine dalmış olur.” Yaptığımız bu izah ve tafsilatlandırdığımız bu açıklama ile, Allah Teâlâ’nın bu kitabında zikretmiş olduğu şu misâl, kudsiyyet alemine, Allah’ın Celâlinin huzuruna ve O’nun kibriyasının saraylarına ulaştıran bir misaldir. Binâenaleyh biz, Allah Teâlâ’dan daha çok rahmet ve hidayet talep ediyoruz. O, semîdir, icabet edendir.

Alimlerden birisi, bu meseli izah için, zikredilmesinde sakınca olmayan şöyle bir söz söylemiştir: Allah Teâlâ. imanı ağaca benzetti. Çünkü ağaç, ancak üç şey olursa ağaç diye isimlendirilmeyi hak eder: Derin kök, ayakta duran bir gövde ve yüksek dallar. İman da böyledir; ancak üç şeyle tamam olur: Kalbdeki marifetullah, dildeki ikrar ve bedenlerle amel etme… Allah en iyisini bilendir. [106]

İkinci Mesele

Keşşaf sahibi şöyle demiştir: “Kelimeten tayyibeten kelimesinin mansub olmasıyla iligili iki izah bulunmaktadır:

1) Bu, mahzûf bir fiilin mef’ûlü olarak mansub olup, bunun takdiri, “Hoş bir kelimeyi, hoş olan bir ağaç gibi yapmıştır”şeklindedir. Bu ayetteki “Allah bir mesel getirmiştir” ifadesinin bir tefsiridir.

2) Mesel ve kelime kelimelerinin darebe fiilinin mef’ûlü olarak mansub olmaları caizdir. Yani, “Allah Teâlâ, hoş kelimeyi bir mesel yapmıştır” demektir. ifâdesi, mahzuf bir mübtedânın haberi olup, bunun takdiri de “O güzel bir ağaç gibidir” şeklindedir.”

Bu husustaki üçüncü bir görüşe göre ise Hallu’l-Ukad adlı eserin sahibi şöyle demiştir: “En uygun olanı, “kelime” lafzını, beyân kabul etmektir. kelimesindeki kâf da, “güzel bir ağaç gibi” manasında olmak üzere nasb mahallindedir. [107]

Üçüncü Mesele

İbn Abbas (r.a.): “Kelime-i tayyibe, “Lâ ilahe illallah” sözüdür” demiştir. Şecere-i tayyibe, ekseri müfessirlerin

görüşüne göreyse, hurma ağacıdır. Keşşaf sahibi: “Bu, hurma, incir, üzüm ve nâr ağaçları gibi, meyvesi hoş olan her meyveli ağaçtır. Cenâb-ı Hak buradaki ağaç ile, meyvesi güzel olan ağacı kastetmiştir, ama sözden anlaşıldığı için, bunun hangi ağaç olduğunu belirtmemiştir” demiştir. Asluhâ demek, “Bunun kökü, yani bu güzel ağacın kökü sabittir; ve dalları, yani üst kısımları, semâdadır. Semâdan murad ise göktür, havadır. Çünkü senden yukarıda olan her şey, semâdır. Bu ağaç, yemişini, yani meyvesini ve yenilecek şeylerini her an verir” demektir.

Müfessirler, bu zaman hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas: “Bu, senenin altı ayıdır. Çünkü ağacın meyveye durmasıyla, meyvenin devşirilmesi arasında altı ay bulunur” demiştir. Bir adam İbn Abbas’a gelip: “Kardeşimle, bir zamana, bir “hîn”e kadar konuşmamaya and içtim” der. Bunun üzerine o da “Hîn, altı aydır” der ve bu ayeti okur. Mücâhid ve İbn Zeyd: “Bu, bir senedir; çünkü ağaç seneden seneye meyve verir” demişlerdir. Saîd İbnu’l-Müseyyeb: “Bu, iki aydır; çünkü, hurmanın meyve verme müddeti, iki aydır” demiştir. Zeccâc: “Bizim dil alimlerinden gördüklerimizin hepsi, “hîn” kelimesini, “vakit” kelimesi gibi, ister uzun ister kısa olsun her zaman hakkında kullanılan bir isim olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Buna göre, “Her zaman yemişini verir durur” ifadesinden maksat, “gece ve gündüz; yaz kış; her saat ve her vakit ondan istifâde edilir” manasıdır” demiştir. Müfessirler “Bunun sebebi şudur: Çünkü hurma ağacı, eğer meyvesi toplanmaz da üzerinde bırakılırsa, insanlar bütün sene boyunca ondan istifade edebilirler” demişlerdir. Ben de diyorum ki: Bu alimler, her ne kadar ayetin kelimelerinin manalarını ortaya

koymada isabet etmiş iseler de, esas maksadı anlayamamışlardır. Çünkü Allah Teâlâ bu ağacı, bahsedilen o sıfatlarla nitelemiştir Dolayısıyla bunun hurma ağacı veya bir başka ağaç olduğunu bilmeye ihtiyacımız pek yoktur (!) Biz, bahsedilen dört sıfatla mevsûf olan bu ağacın, bu ağaç dünyada ister bulunsun ister bulunmasın, her akıllının onu elde etmeye gayret etmesi gereken kıymetli bir ağaç olduğunu zarurî olarak anlamaktayız. Çünkü bu sıfatlar, elde edilmesi arzulanan şeylerdir. Müfessirlerin “hîn” kelimesi hakkındaki ihtilafları da bu kabîl bir ihtilâftır. İşleri en iyi bilen, Allahdır. [108]

Mesel Getirmenin Gayesi

Allah Teâlâ daha sonra “Allah insanlara meseller getirir. Olur ki onlar, çok iyi düşünüp ibret alırlar” buyurmuştur. Bu “Darb-ı meselde, daha çok anlatma, daha çok hatırlatma ve ibret verme ve manaları daha iyi ortaya koyma bulunmaktadır” demektir. Bu böyledir zira sırf aklî konuları, his, hayâl ve vehm anlayamaz. Binâenaleyh, bu konulara mahsûsât aleminden benzer olan şeyler zikredildiğinde, his, hayâl ve vehm, bu çekişmeyi terkeder, makûl ile mahsûs olan birbirine mutabık olur, böylece de tam bir anlayış meydana gelir; bu şekilde de matluba ulaşılmış olur. [109]

Kötü Söz Kötü Bitkiye Benzer

Allah Teâlâ “Köf” bir kelimenin meseli (hali) de, toprağın üstünden kopanlıvermiş kötü bir ağaç gibidir ki, onun hiçbir sebatı yoktur” buyurmuştur.

Bil ki, “Kötü ağaç” Allah’ı bilmemektir. Çünkü o afetlerin ilki, korkuların başı, bedbahtlıkların da en başta gelenidir. Allah Teâlâ, bunu, şu üç sıfatla muttasıf olan bir ağaca benzetmiştir:

Birinci Sıfat, onun kötü bir ağaç olmasıdır. Bazı âlimler, bunun sarımsak ağacı olduğunu, çünkü Hz. Peygamberin, sarımsağı şecere-i habise” (kötü ağaç) diye nitelediğini söylemişlerdir: Yine bunun, pırasa olduğu; Hanzala (Ebu Cehil karpuzu) olduğu, çünkü onda çok zararlar bulunduğu; aynı şekilde bunun diken ağacı olduğu da söylenmiştir.

Bil ki bu tafsilata ihtiyaç yoktur. Çünkü ağaç bazan, kokusu sebebiyle, bazan tadı sebebiyle, bazen şekli ve görünüşü sebebiyle, bazan da birçok zararlara sebeb olduğu için kötü olabilir. Bütün bu özellikleri kendisinde toplayan bir ağaç her ne kadar mevcut değil ise de, bu özellikleri bilindiğine göre, ona teşbihte bulunmak, gayeye ulaşmak için yararlıdır.

İkinci Sıfat: Ayetteki “toprağın üstünden koparıhvermiş'” tabiridir. Bu sıfat, “şecere-i tayyibe”nin, “kökü sabit” şeklindeki sıfatına mukabil zikredilmiştir, kelimesi, kökünden koparıldı” anlamındadır. Bunun masdarı olan

“ictisâs” kelimesinin esas manast, cüsseyi tamamen çekip almaktır. , ifâdesi de, “Onun, ne gövdesi ne de kökleri var” demektir. Allah’a şirk koşmak da böyledir. Onun da, ne bir delili, ne bir sebatı, ne de bir kuvveti vardtr.

Üçüncü Sıfat:”0nun hiçbir sebât] yoktur” ifadesidir. Bu sıfat, birincinin tamamlayıcısı gibidir ve “Onun bir istikrarı yok” demektir. Arapça’da (Sebat ettir-sebât etmek) denilmesi gibi, denilir. Bir hüccet ile desteklenmemiş söz, işte burada buna benzetilmiştir. O da sabit, dayanıklı değildir; binâenaleyh, yıkılıp gider.

Bil ki kötü söz hakkında yapılan bu benzetme, son derece mükemmeldir. Çünkü Allah Teâlâ, bu ağacı, çok zararlı ve bütün faydalardan hâlî olarak nitelemiştir. Zararlı oluşuna, habise tabiriyle işaret etmiştir; her türlü faydadan uzak olmasına da, “toprağın üstünden kopanlıvermiş. Onun hiçbir sebatı yoktur” ifadesiyle işaret etmiştir. Allah, en iyisini bilendir. [110]

[102] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/545-546

[103] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/ 547

[104] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/547-548

[105] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/548-549

[106] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/549-550-551

[107] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/551

[108] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/551-552

[109] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/552

[110] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/552-553

(Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb)

Mutluluğa Kavuşanların Güzel Sözü Ve Bedbahtların Çirkin Sözü İçin Verilen Örnek

24- 25- Allah’ın hoş bir sözü, kökü sağlam, dalları göğe doğru olan ‘Rabbinin izniyle her zaman meyve veren’ hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah, onlara misal veriyor.

26- Çirkin bir söz de, yerden koparılmış kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.

27- Allah, müminleri dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar, kâfirleri de saptırır. Allah, dilediğini yapar.

Belagat:

“Allah’ın… nasıl misal verdiğini görmüyor musun?” cümlesi, mutluluğa erenler ve bedbahtların haline hayret ifade eder.

“Hoş bir sözü,… hoş bir ağaca benzeterek” ve “Çirkin bir söz de kötü bir ağaca benzer.” cümlelerinin her ikisinde de mürsel ve mücmel teşbih vardır.

“Kökü” ile “Dallar” ve “Hoş” ile “Çirkin” lafızları arasında tezat sanatı var­dır. [39]

Kelimeler ve İbareler:

“Allah’ın nasıl misal verdiğini” onu yerinde zikrettiğini “görmüyor musun?” Misal: İdrak edilen bir hususta aralarında benzerlik olan bir sözün açıklanmak için diğerine benzetildiği söz, demektir.

“Allah’ın, hoş bir sözü,” Hoş söz: “Lâilâhe illallah” (Allah’tan başka ilâh yoktur) kelime-i tevhidi, İslâm daveti ve Kuran’dır. “kökü sağlam” toprağa kök salarak sağlam “dalları göğe doğru olan” en tepesi göğe doğru uzamış olan “Rabbinin izniyle” Allah Tealâ’nın meyve vermesi için belirlediği “her vakit meyve veren hoş bir ağaca” bu ise hurma ağacıdır “benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun?”

İnsanın ameli de göğe ulaşmıştır. Bu amellerin sevabı her zaman ona ulaşır.

“İnsanlar ibret alıp iman etsinler diye Allah onlara misal veriyor.” Açıklıyor. Çünkü bu benzetme sayesinde insanlar daha çok anlayıp, öğüt alırlar.”

“Çirkin söz” Küfür söz sabit olmayan yerden kopartılmış “kökü olmayan kötü bir ağaca benzer…” “Ebu Cehil karpuzuna benzer.””Allah müminleri dünya hayatında ve ahirette” hesap alanında onlara itikatları sorulduğunda ve hasrın o korkunç halini gördüklerinde kemküm etmesinler, diye onların nezdinde delille sabit olup kalplerine yerleşen “sağlam bir söz üzerinde tutar.” Böylece dinleri hususunda fitneyle karşılaştıklarında ayakları kaymaz.” Denilmiştir ki: “Bu ayet, kabir suâli esnasındaki sebatı ifade etmektedir. Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri hadiste de bildirildiği gibi iki melek onlara, Rab-lerini, dinlerini ve peygamberlerini sorduğunda doğru cevap verirler.”

Allah, kendilerine zulmeden “kâfirleri de saptırır,” onlar hakka ulaşamaz ve doğru cevabı veremezler, bilâkis hadiste de bildirildiği gibi ‘Bilmiyoruz’ derler.

“Allah dilediğini yapar.” Allah, hiçbir itiraza mahal bırakmadan dilediği bazı kimseleri sağlam bir söz üzerinde tutarken bazılarını da saptırır. [40]

Ayetler Arası İlişki

Allah Tealâ, bedbahtların durumunu, cehennem ateşinde karşılaştıkları azabı, mutluluğa erenlerin hallerini ve Rableri katındaki kurtuluşu elde etmelerini açıkladıktan sonra, bu iki grubun halini ve aralarındaki farklılığın sebebini manevi şeyleri idrak edilebilen şeylere benzeterek beyan eden bir misal zikretmiştir. Çünkü Kuran’da pek çok defa zikredildiği gibi bu benzetme metodu, manaların zihinlere yerleşmesini sağlar. [41]

Açıklaması

Ey Muhatab! Allah’ın nasıl bir misal vererek onu en uygun yerde zikrettiğini görmüyor musun? Bu misal, kelime-i tevhid, İslâm ve Kuran’m daveti, demek olan hoş bir sözün, şu dört özelliğe sâhib hurma ağacı manasmdaki hoş bir ağaca benzetilmesidir.

1- Bu ağaç, güzel görünüşlü, güzel kokulu, güzel meyveli ve çok faydalı bir ağaçtır. Yani, meyvesi lezzetli, istifadesi fazladır.

2- Onun kökü, toprakta sağlam, devamlı ve yerleşmiştir. Kökünden koparılamaz.

3- Dallarının göğe doğru yükselip, yerin çürümüş bitkilerinden uzaklığı sebebiyle heybetli bir görünüşe sahiptir. Verdiği meyveler, temiz, güzel ve her türlü sunilikten uzaktır.

4- Rabbinin iradesi, yaratması ve kolaylaştırmasıyla belirlediği her vakitte meyve verir. Ağaçların,senede bir kere meyve vermeleri sebebiyle bu durum, Allah’ın tayin ettiği zaman hükmündedir.

İbn Abbâs (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, “‘Lâilâheillâllâh’ kavli ve Şecere-i tayyibe” Hurma ağacıdır. Şecere-i tayyibe kavlinin, hurma ağacı olduğu görüşü aynı şekilde îbn Mesud (r.a.)’dan da nakledilmiştir. Yine bu görüş, Enes ve İbn Ömer (r.a.) kanalıyla Rasulullah (s.a.)’dan da rivayet edilmiştir.

Buhari’nin İbn Ömer (r)’den rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir: “Rasulullah (s.a.)’ın huzurundaydık. Bize; bana, müslüman adama benzeyen -veya müslüman adam gibi olan-, yaprakları yaz ve kış dökülmeyen ve Rabbinin izniyle her zaman meyve veren bir ağaç söyleyin, dedi.” İbn Ömer (r.a.) devamla “Onun hurma ağacı olduğunu tahmin ettim. Fakat baktım ki Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) konuşmuyor. Ben de konuşmayı uygun görmedim. Hiç kimse bir şey söylemeyince Rasulullah (s.a.) “O, hurma ağacıdır.” buyurdu.

“İşte Allah, insanlara böyle misaller veriyor”. Çünkü verilen misaller, daha çok anlamaya, öğüt ve ibret almaya ve manaları zihinde canlandırmaya vesile olmaktadır. Zira sadece akılla anlaşılan manaların, idrak edilebilen hususlara benzetilmesi, manaları zihne iyice yerleştirip, ondaki gizlilik ve şüpheleri ortadan kaldırmaktadır. Böylece bu manalar, elle dokunulabilir eşyalara dönüşmektedir. Dolayısıyla bu ayet, insanları bu misâlin büyüklüğünü düşünmeye, onu kavramaya ve maksadını anlamaya çağırarak, onların dikkatlerini bu noktada yoğunlaştırmaktadır.”

Bundan sonra Allah Tealâ, küfür sözünün misâlini zikretmiştir: Küfür ya da şirk sözü olan çirkin sözün özellikleri, Ebû cehil karpuzu ve benzeri ağaçlar demek olan kötü ağacın vasıflarına benzer.

Ebu Bekir Bezzâr mevkuf olarak İbni Ebî Hatim’in de merfu olarak Enes (r.a.)’den rivayet ettikleri hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmaktadır: “Ayette zikredilen ağaç Ebu Cehil karpuzudur.”

Ayette kötü ağacın şu üç özelliği bildirilmiştir:

1- Bu ağacın meyvesinin tadı kötüdür veya içindeki zararlı maddeler sebebiyle kötüdür ya da kokusu kötüdür. Bu, Ebû Cehil karpuzudur. “Sarımsak ya da diken” olduğu da söylenmiştir.

2- Bu ağaç, kökünden koparılmış ve toprakla bağlantısı kesilmiştir. Aynı şekilde Allah’a şirk koşmanın da ne bir delili, ne devamlılığı ne de kuvveti vardır.

3- Bu ağaç, bir yerde yerleşmiş ve sabit değildir. Bu özellik, ikincisini tamamlar mahiyettedir.

Bunlar, kötülüğün en üst seviyesindeki özelliklerdir. Öyleki kötülük ve pislik, zarara işaret ettiği gibi kökünden koparılmak ve sabit olmamak da hiç­bir işe yaramadığını göstermektedir.

İkisinin birlikte açıklanmasıyla hak ve batıl sözler arasındaki fark ortaya çıkmış olur. Öyleki kelime-i tevhid ve iman sözü demek olan hak söz, kuvvet­lidir, devamlıdır ve insanlara fayda sağlar. Buna karşılık şirk ya da küfür sözü demek olan batıl söz, zayıf ve zararlı olup devamlı ve istikrarlı değildir.

Hak söz ehli, müminler, batıl söz taraftarları ise kâfirler ve asilerdir.

Arkasından Allah Tealâ, hak söz ehlinin dünyada ve ahirette maksatlarını elde ettiklerini haber vererek şöyle buyurmuştur: “Doğrusu ahirette, dünyada ağızlarından çıkan, delil ve burhanla kalplerine yerleşen iman sözü sebebiyle Allah’ın cömertliği ve sevabı müminler için devamlıdır.” Bundan maksat şudur: Allah’ı bilme ve O’na itaattaki sebat, Allah Tealâ katında sevap ve cömertliğin devamını gerektirmektedir.

Veya Allah’ın, dünyada Bilâl ve diğer sahabeler gibi çeşitli işkencelere maruz kalmalarına rağmen dinleri hususunda fitneye düşürmeyerek, müminleri sabit kılması ve orada onları sağlam bir söz üzerinde tutmasıdır. Öyleki dinleri hususunda fitneyle karşılaştıklarında onların ayakları kaymamıştır. Meselâ Allah, Uhdûd Ashabı’mn işkence ederek dinlerinden çevirmeğe uğraştığı, ayrıca testerelerle kesilen, vücutları demir taraklarla taranan kimseleri dinleri üzerinde sabit kılmıştır.

Ahirette sabit kılınmaları ise hesap meydanında inançları ve dinleri sorulduğunda kemküm etmemeleri ve hasrın o korkunç hâlinin onları şaşkına çevirmemesidir.

Denilmiştir -ki bu görüş meşhurdur- “Bu kavilden maksat, kabir suâli anındaki sebattır. Dünya hayatından maksat; yaşama süresi ve ahiret ise; kıyamet günü ve hesap günü demektir.”

Kütübü Sitte, Berâ b. Azib (r.a.)’den Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Müslüman, kabirde sorguya çekildiğinde Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehâdet eder. İşte bu, ‘Allah, müminleri dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar.’ ayetidir.” Bu hadisi, Ebû Hureyre (r.a.) de rivayet etmiştir.

Yukarıda geçen aynı hadisi İbni Ebî Şeybe yine Berâ (r)’dan şöyle rivayet etmiştir: O, Rasulullah (s.a.)’ın ayet hakkında şöyle buyurduğunu rivayet eder: Allah’ın kişiyi dünyada sabit kılması, kabirde iki meleğin ona gelip de ‘Rabbin kim1?, Dinin ne?, Peygamberin kim?’ diye sorduğunda ‘Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygamberim Muhammed (s.a.)’dir’ diye cevap vermesidir.”

Ebu Davud, Osman b. Affân (r.a.)’dan şöyle rivayet etmiştir: “Rasulullah cenazenin defnedilmesini bitirdiğinde yanında durur ve ‘Kardeşiniz için af dileyip, sebatını isteyiniz. Zira o, şu anda sorguya çekiliyor.’ buyururdu.”

Razî şöyle der: “Meşhur olan görüş şudur: Bu ayet, kabirdeki iki meleğin sorgusu, Allah’ın sorgu esnasında mümine hak sözü telkin etmesi ve onu hak üzere sabit kılması hakkında varittir.”[42]

Bundan sonra Allah Tealâ, kâfirlerin âkibetini şu şekilde açıklamıştır: “Allah, kâfirlerin sevabını kazanmalarına engel olur.” Veya iman için gerekli olan yeterli hazırlığı yapmadıkları için onları ve sapıklıklarını öylece bırakmış, arzu ve şehvetlerinin peşinde koşmaları için onlara mühlet vermiştir.

Ya da kabirde dinleri ve inançlarından sorguya çekildiklerinde onları tereddüt içinde kemküm eder vaziyette bırakmıştır.

İbni Cerir, İbni Ebi Hatim ve Beyhakî’nin rivayetinde İbn Abbâs (r.a.) şöyle der: “Kâfirin canı alınacağı zaman yanına melekler gelerek yüzüne ve ar­kasına vurmaya başlarlar. Mezara girdiğinde ise oturtularak ‘Rabbin kim?’ diye sorulur. Hiç bir cevap veremez. Allah Tealâ, ona Rabbini hatırlamayı unutturur. Yine ‘Sana gelen peygamber kim?’ diye sorulduğunda ona yol gösterilmez ve yine hiçbir cevap veremez. İşte bu, ‘kâfirleri de saptırır’ aye­tidir.”

Son olarak Allah Tealâ, iki grup hakkındaki mutlak irade ve takdirini beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Allah dilerse doğru yolu gösterir dilerse dalâlete düşürür.” İnsanlar, fitnelerle karşılaştıklarında yerlerinde sabit-kadem olamazlar ve ilk darbede ayaklan kayar. İşte bu, onların dünyada sap­tırılmalarıdır. Bu kâfirler, ahirette ise daha çok sapmış ve daha çok ayakları kaymıştır. Sapıklık, gerekli hazırlığı yapmamanın ve nefsin arzularıyla hareket etmenin neticesidir.” [43]

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

Ayetler, şu hususlara işaret etmektedir:

1- İman veya Lâilâheillâllah Muhammedun Rasulullah (Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed, O’nun peygamberidir.) sözü ya da müminin kendisi demek olan hoş söz, sabit ve ebedi, iyi ve faydalıdır.

Enes (r.a.), Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şüphesiz iman, sabit ve yere çakılmış bir ağaca benzer: İman, bu ağacın gövdesi, namaz kökü, zekât tepesi, oruç dalları, Allah yolunda eziyet çekmek bitkisi, güzel ahlâk yaprakları ve Allah’ın haramlardan el çekmek ise onun mey-vesidir.” En doğru görüşe göre, “Hurma ağacı”dır.

el-Gaznevi ve Taberânî İbn Ömer (r.a.)’den Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Mümin, hurma ağacı gibidir. O ağacın her şeyinden istifade edilir.”

2- Misaller ve benzetmeler, özellikle de akledilenlerin, hissedilip idrak edilenlere benzetildiği teşbihler, hatırlama, öğüt ve ibret alma, anlatma, duyulan ve vicdanlan harekete geçirme ve dikkatleri bu misallerde yoğunlaştırma hususunda daha tesirlidirler.

3- Küfür sözü olan çirkin sözün sabit ve devamlı olması mümkün değildir. Hiçbir yaran yoktur. Ne makbul bir delile ne de sahih bir burhana dayanır. “Kötü Ağaç” en doğru görüşe göre “Ebû Cehil karpuzu”dur. Enes (r.a.)’in rivayet ettiği hadis, daha önce zikredilmişti. İbn Abbâs (r.a.), Mücâhid ve diğer alimler de bu görüştedir.

Aynı şekilde kâfirin de ne bir delili, ne sebatı, ne de bir hayn vardır. Yap-tıklanna mesnet teşkil edecek bir esâsa sahip değildir.

4- Ayetin gayesi insanlan imana davet edip, şirki reddetmektir.

5- Allah, müminleri dünyada hak ve iman üzere sabit kılar, ondan asla gerilemezler. Kabirde de onları sebat ettiren doğruyu ve imanı telaffuz et­melerini ilham eder. Çünkü tekrar diriltilene kadar ölüler hâlâ dünyadadırlar.

Aynı şekilde ahirette hesap esnasında da onlara doğruyu ilham eder.

6- Allah, dünyada küfürleri sebebiyle saptıkları gibi kabirde de kâfirlerin delillerini hükümsüz kılar. Onlara hak sözü telkin etmez. Mezarlarında onlar sorguya çekildiklerinde “Bilmiyoruz.” derler. Melek de onlara “Bilmez olasıcalar.” diye beddua eder. Ve o anda -gelen rivayetlere göre- gürzlerle (başı eğik demir çubuklarla) dövülürler.

7- Allah dilediklerine azab eder dilediklerini saptırır. Denilmiştir ki: “Bu ayetin nüzul sebebi Rasulullah (s.a.)’tan rivayet edilen şu hadisedir: O, münker ve nekîr meleklerinin sorgusunu ve ölünün verdiği cevapları anlatırken Ömer (r.a.) ‘Yâ Rasulallah O zaman aklım başımda mı olacak?’ diye sordu. Rasulul­lah (s.a.) ‘Evet’ deyince Ömer (r.a.) ‘O halde bu bana yeter’ dedi. Bunun üzerine Allah Tealâ, ‘Allah, müminleri sağlam bir söz üzerinde tutar.’ ayetini indirdi.” [44]

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/202.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/202-203.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/203.

[42] Razî, XIX/122.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/203-206.

[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/206-207.

(Et-Tefsirü’l-Münir)

24. Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı. Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer.

O ağaç, Rabb’inin izniyle yemişlerini her zaman ve­rir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünebil­sinler.

Çirkin bir söz de, gövdesi toprağın üstünde destek bulamamış bir ağaca benzer.

Allah, sağlam sözle iman edenleri hem dünya haya­tında hem de âhirette sapasağlam tutar. Zâlimleri ise saptırır. Allah dilediğini yapar.

Yüce Allah güzel söz ile çirkin sözü ağaca benzeterek anlatmakta­dır. Şimdi âyetlerin açıklamasını yaparak neticelere varabiliriz:

1. “Güzel söz, kökü yerde, dallan gökte olan güzel bir ağaca benzer.” Âyette geçen hJk ke­lime, “söz, düşünce, dava, kelime-i tevhîd, bilgi” anlamına gelmektedir.

Kelime Kelimesinin Kur’ân’daki Manaları:

1) Tevhîd inancı

Âl-i İmrân 64’de bütün ilâhî dinlerin buluşması gereken müşterek nokta belirlenirken kelimeye yer verilmekte ve bunun “tevhîd inancı” anlamına geldiği ortaya çıkmaktadır.

“De ki: Ey kitap ehli, sizin ve bizim aramızda müşterek olan şu kelimeye gelin.” İşte bu müşterek ke­lime, “tevhîd inancı” olmaktadır. Âyetin devamı, şirki ortadan kaldıran ifadelerle örülüdür.

2) Vaad

“Rabb’inin kelimesi (vaadi), doğruluk ve a-

dâlet bakımından tamamlanmıştır” (En’âm 6/115). Tabii ki buradaki ke­lime (vaad), “verilen söz” anlamına gelmektedir.

3) Dava

“Kâfirlerin kelimesini (dava­sını) bütünüyle yere düşürdü. Allah’ın kelimesi (davası) ise üstün ve yü-

ce kaldı” (Tevbe 9/40). Âyetin içeriğine bakıldığında buradaki kelimeye bu manayı vermek doğru olacaktır.

4) Karar

“Şayet Rabb’inin katında önceden belirlenmiş bir kelime (karar) olmasaydı, düştükleri bütün ayrı­lıklar çözümlenmiş olurdu” (Yûnus 10/19). Âyetteki ilgili kelime “Al­lah’ın kararı” anlamını ifade etmektedir.

5) Söz

“Ve bunu, daha sonra gelenler ara­sında yaşamaya devam eden bir söz olarak söyledi ki insanlar düşünsün­ler” (Zuhruf 43/28).

6) Hz. îsâ

“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor” (Âl-i İmrân 3/45). Buradaki kelime de Hz. îsâ’dır. Aynı şekilde Âl-i İmrân 39’da da Hz. Yahya kelime olarak isimlendirilmektedir.

Kelimenin çoğul ve yüklem kalıbının manalarını burada detaylan-dırmak istemediğimiz için konuya dönmek istiyoruz.

Yüce Allah İbrahim 24’de, yani yorumunu yapmakta olduğumuz âyette kelimeye bir de “güzel, temiz, hoş” anlamına gelen tayyib sıfatını eklemiştir.

Kelimeyi hangi anlama alırsak, tayyib kelimesine de ona uygun bir mana vermemiz gerekiyor.

Kelimeye “söz” dersek, tayyibe kelimesine de “temiz, doğru, sağlam ve faydalı” anlamını verebiliriz. Her ikisine birden “bereketli söz” de denebilir. Ama âyetin devamında ağaç, kök ve dallar gibi keli­meler geçince, “sağlam, faydalı ve bereketli, yani verimli” manaları daha uygun düşmektedir. “Dava” manasını kelimeye verince, tayyibe de “sağlamlık, yücelik” anlamını vermemiz gerekiyor. O zaman sağlam ve yüce olan davayı Yüce Allah ağaca benzetmiş olmaktadır. Kelimeye “bilgi” dersek, tayyibe de “doğru ve faydalı” manasını verebiliriz.

Ama buradaki kelime ve tayyib kelimelerine giydireceğimiz mana İbrahim 22’ye göre olacaksa, kelimeye “Allah’ın vaadi”; tayyibe de “hak” yani “gerçek” anlamını verebiliriz. kelime-i tayyibe ifadesi va’de’1-hak olarak manalandırılabilir. Bu mananın uzak olduğunu söylemek doğru değildir.

Yüce Allah temiz düşünceyi, sağlam davayı, faydalı ve bereketli bilgiyi ya da tevhîd inancını ifade eden sözü ağaca benzetmektedir. Bu ağaç kökü yerde, dallan gökte olan güzel, sağlam, bereketli bir ağaçtır. Ağacın kökleri yerde, yani yerin içinde olunca sağlam olmaktadır. Şid­detli rüzgarlar bile onu kökleri ile söküp atamaz. Tevhîd kelimesinin kökleri de insanın gönlündedir. Şeytanın, nefsin ve sahte felsefelerin onu söküp yıkması mümkün değildir. Eğer Allah’ın gerçek olan vaadini bu ağaca benzetirsek, hak olan sözün yerde kalması mümkün değildir. “Gü­zel kelimeyi” “dava” anlamına alırsak, Allah’ın davasının kökleri yerin derinliklerinde, dalları da yücelere ulaşmaktadır diyebiliriz.

Doğru, verimli ve faydalı olan sözün, bilginin verimli ve sağlam bir ağaç gibi kökleri ilâhî vahyde, dalları da göklerde, yani yücelerde olmalıdır. Bu benzetmenin devamı şöyledir:

2. “O ağaç, Rabb’inin izniyle yemişlerini her zaman verir.” Köklerinin yerde, dallarının gökte olmasının yanında bu ağacın, meyvelerini de Allah’ın izni ile her zaman verme özelliği var­dır. Bu âyette “ağacın Rabb’i” ifadesi yer almaktadır. Burada Allah ile ağacın ilişkisi gündeme getirilmekte, ağacın meyvesini Yüce Allah’ın izni ile verdiğine işaret edilmektedir. Demek ki, Allah’ın izni olmadan ağaç bile meyvesini veremez. Ama temiz sözler her an Allah’ın izni ile meyvesini veren ağaç gibi bereketli ve faydalıdırlar.

Burada şu soruyu sorabiliriz: Yüce Allah’ın, bu benzetme ile misal vermesinin amacı nedir?

Yorumunu yapmakta olduğumuz İbrahim 25’in sonunda bu soru cevaplandırılmaktadır. “Allah, insan-lara böyle örnekler verir ki, düşünebilsinler.” Demek ki, bu örneğin ana amacı yetezekkerûndur. Bu kelime “hem düşünmek hem de öğüt almak” anlamı taşıdığından “düşünüp öğüt almak” şeklinde de manalandırılabilir.

Şimdi bu âyetleri hayatımıza uyarladığımızda şu neticeyi çıkartıyo­ruz: Öğretimde öğrencilere temiz, doğru, verimli ve faydalı bilgiler öğre­tilmelidir. Eğitimde de sağlam, temiz ve doğru değerler aşılanmalı ve yaşatılmalı, öğrencilere doğru ve iyi davranışlar kazandırılmalıdır. Onla­rın gönüllerine kök salacak ama, onları göklere çıkar gibi yüceltecek bilgi ve değerler ekilmelidir.

Ekilen bu bilgiler onların beyinlerinde düşünceye; gönüllerinde de öğüde dönüşmelidir. O bilgi ve değerlerin sentezinden yeni düşünceler üretmelidirler. Ama o düşüncelerin kökü beyin ve gönüllerde olduğu halde yemişlerini yücelerde vermelidirler.

Eğitim bu amacına ulaştığında, insanlığa çok büyük bir hizmet sunmuş olacak ve onlara mutluluk getirecektir. Madem ki Yüce Allah insanları düşünebilmeleri için eğitimini yapıyor, din ve genel eğitim de aynı amacı önüne koymalıdır.

3. Çirkin bir söz de, gövdesi toprağın üstünde destek bulamamış bir ağaca benzer.”

Yüce Allah tayyibe kelimesinin karşıtı olarak iLui- habîse kelimesine yer vermiştir. Tayyibe “güzel” dersek, habîse “çirkin”; tayyibe “temiz” dersek, habîse “pis”; tayyibe “verimli, faydalı” dersek, habîse “verimsiz, zararlı” dememiz gerekiyor.

Demek ki, “kötü, çirkin, verimsiz, faydasız ve doğru olmayan söz­ler, davalar, düşünceler, bilgiler”, “kökü olmayan ve o nedenle ayakta duramayan ağac”a benzemektedir. Böyle bilgilere sahip olan nesiller de köksüz olduğu için meyve de veremez, başkalarının etkisinde kalıp he­men yıkılırlar.

4. Allah, sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar. Zâlimleri ise saptırır. Allah dilediğini yapar.”

a) “Sağlam sözle iman etmek” ifadesini “kelime-i tevhîd” olarak manalandırmak doğru olandır. O zaman 24. âyette geçen “temiz kelime”, “kelime-i tevhîd”i, yani tek tanrı inancını ifade etmektedir. İşte bu âyette, Yüce Allah’ın, “tek tanrı” olduğunu itiraf edip kalbi ile tasdik edenler kasdedilmektedir. Bu iman tarzının kökleri gönülde, yemişleri de ağız­dan çıkmaktadır.

b) Sağlam sözden kasıt genel anlamda “tevhîd” de olabilir.

i. “Gevşeklik göstermeyin, ü-züntüye kapılmayın. Eğer inanıyorsanız, üstün gelecek olan sizsiniz” (Âl-İİmrân 3/139).

Gevşememek, üzülmemek, korkmamak ve üstün olmak dünya ha­yatında sağlam kalmanın en büyük delilidir. Gerçek imana sahip olanlar üstündürler. Onların üstün olacağının fermanını bu âyetle Yüce Allah vermektedir.

Bu imana sahip olan toplumların, siyasetleri, ekonomileri, nesilleri ve kültürleri konusunda hiç endişe, korku ve üzüntüleri olmayacaktır. Dünya toplumları arasında hayatın her dalında üstün olanların gelecek için endişe ve korkuları olmaz.

Aynı şekilde bunların âhirette de korku ve üzüntüleri olmayacaktır (Bakara 2/62).

ii. “Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarında onları yaygaraya boğ; mallarına ve evlatlarına ortak ol; kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan insanlara aldatmaktan başka bir şey vadetmez. Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabb’in yeter” (İsrâ 17/64-65).

Bu âyetlerden anlıyoruz ki, şeytan insanı doğru yoldan çıkarmak için bütün ordu ve vesvese silahlarını kullanmaktadır. O, bu silahlan”

kullanırken sahte vaadini de öne sürmektedir. Yüce Allah, kendisine kul olan, O’nu birleyip O’nun emirlerini yerine getiren kullarını şeytana kar­şı koruyacak ve onun üstünlüğünü yok edecektir.

İşte dünya hayatında şeytana karşı imanını sağlam tutma budur. Bu şekilde dünyada sağlam kalan da âhirette sağlam kalacaktır.

iii. “Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Allah onları muratları­na erdirecek. Gönüllerini şadedecek ve onları kendilerine tanıttığı cenne­te sokacak. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sağlam tutar” (Muhammed 47/4-7).

Muradına erdirmek, gönüllerini şâdetmek, cenneti vermek ve a-dımlarını sağlam bastırmak yukarıdaki sorunun cevabı olmaktadır.

Genelde dünya hayatında Yüce Allah bu insanların, adım attıkları alanda sağlam basmalarını temin edecektir. Bu adım, siyasette, ekonomi­de, eğitimde ve ilim alanlarında olabilir. İleriye adım atıldığında Yüce Allah onu sağlamlaştıracaktır.

Dünya hayatında her attığı adımı sağlam atan, teşebbüs ettiği her faaliyetten insanlık için fayda çıkaran insanlar Allah’ın desteğine sahip­tirler. İşte bütün bunlar, gönüldeki sağlam imanın getirilen olmaktadır. Düşünen beyin ile sağlam imana sahip olan gönül bir araya gelince, dün­ya ve âhiret hayatı Allah tarafından sağlamlaştırmaktadır.

Bundan anlıyoruz ki, din eğitimi Yüce Allah’ın lütfunu, yardımını, desteğini yeryüzüne indirebilecek beyin ve gönülleri hazırlamalıdır. Bu alt yapı olmadan ilâhî lütuf gelmez. İnsanın sağlam imanı Arş-ı A’lâ’ya çıkma kudretine sahiptir.

Şeytanın sahte ve yalan sözünün peşine takılan insanların, beyin ve gönüllerinden zorları vardır. İşte bu insanları Yüce Allah zâlim ilan et­mektedir. Çünkü onlar beyin ve gönüllerinin haklarını vermeyip bu hak­ları gaspediyorlar. “Allah ise zâlimleri saptırır.” Yani bu ifade, “Allah, beyni ve gönlü sapan insanların sapkınlığını tescil eder” anlamındadır. Kul sapmadan Allah onu saptırmaz. Nasıl gönlünde sağ­lam iman olanı sağlamlaştırıyorsa, gönlünü saptıranı da saptırıyor.

Diğer taraftan şu gerçek de bilinmelidir: “Allah dilediğini yapar.” Yüce Allah’ı ne yapacağı konusunda yönlendirecek bir güç yoktur; O, dilediğini yapacak sonsuz güce sahiptir. Zaten O, her an dilemekte, her an yapmakta, her an bir iştedir. O’nun için dinlenmek, yorulmak ve bıkmak diye bir şey söz konusu değildir. Ama onun en çok dikkate aldığı değer, insan beyni ve gönlünde olanlardır.

[18] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 10/216-223.

(Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri)

You may also like...

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial

Enjoy this blog? Please spread the word :)