Avustralya, Türkiye’den on dört bin km. uzaklıkta gözlerden uzakta bir ülke, kıta. Avustralya’nın yirmi milyonluk bir nüfusu vardır. Avustralya karasal olarak hiçbir ülkeye sınırı olmayan bir yerdir. Güney yarımkürede Hint ve Büyük okyanus arasında uzanır. Avustralya’nın başkenti Canberra’dır, en büyük şehri ise Sydney’dir.
Avustralya’nın asıl yerlileri olan aborjinler bundan binlerce yıl önce bu büyük adada yaşamaya başlamışlardır. İlk yerlilerin güneydoğu Asya’dan ada parçalarını takip ederek gemilerle geldikleri tahmin ediliyor. Daha sonra Avrupalı kâşiflerin deniz seferleri sayesinde diğer medeniyetlere merhaba demiştir. 1600 yılları arasında keşfedilmiş bir ülkedir. Bundan yüz yıl sonra ise İngiliz kaşifler adanın güney sahillerinin haritasını çizerek buranın Britanya topraklarına ait olduğunu iddia etmişlerdir ve bu adayı Britanya’daki azılı mahkum ve suçluları getirecek bir açık hava hapishanesine çevirmişlerdir. Buraya getirilen mahkûmlar işçi olarak çalıştırılmış ve sömürülmüştür. Bu olaylar 18. Asrın sonuna doğru olmuştur. Avrupalıların buraya akın etmelerinden sonra buradaki yerli halkın sayısı giderek azalmıştır. Yıllar sonra ise bu insanları göçe ve salgın hastalıklara maruz bırakanlar, onları iyice sindirebilmek için çocuklarını devşirmişlerdir. Tahminlere göre şu an saf diyebilieceğimiz bir aborjin yoktur. Bu çocukların devşirilerek soy ağaçlarının değişmesi kayıp nesil olarak tarihe geçmiştir. Sekiz ay önce göreve başlayan Avustralya başkanı Kevin Rudds Avustralya tarihindeki bu kara leke için Aborjin yerlilerinden yani kayıp nesilden özür dilemiştir. Bu kısa bir süre önce olmuş ve Avustralya gündemini epey meşgul etmiştir.
******
Avustralya II Dünya savaşından sonra Avrupa’dan gelen birçok göçmene kapılarını açmış. Daha sonraki yıllar Asya ülkeleri ağırlıkta olmak üzere tün dünya ülkelerine kapılarını açmış. Avustralya şu anda dünyanın birçok ülkesinden gelmiş milletlerin ortak kültürünü içinde barındıran çok kültürel bir yapıya sahip. Bu kültürler arasında Türkiye kültürü, Türk kültürü de kendi yerini almıştır. Kısa bir süre önce buraya gelen ilk Türklerin kırkıncı yılını kutladığı büyük bir şölen de olmuştu.
Anlatılanlara göre buraya gelen ilk Türkler gerçekten çok zorluk çekmişler. Anadolu’nun dört bir yanından gelen halkımızın burada yaşadıkları en büyük sıkıntı öncelikle dil problemi olmuş. Marketlerde ve diğer birçok yerde İngilizceyi öğrenene kadar, en azından kendi dertlerini anlatana kadar çok zorluk çekmişler. Buraya gelen Türkler diğer milletlere nazaran buraya yerleşme, yaşama adına değil de; belli bir süre kalıp, para biriktirip, sonra gerisin geriye Memlekete dönmek adına gelmişler. Kimisi bir tarla, kimisi bir traktör parası biriktirip memlekete geri döneri z diye düşünüyorlarmış. Fakat geriye dönen pek olmamış. Birçok defa kesin dönüş yapan insanımız Türkiye’de tutunamamışlar geri dönmüşler. Şimdi ilk gelenlerin çoğu emekli. Onların devam eden nesilleri yine Türk kimliğimi gururla taşıyorlar. İlk gelenlerin yaşadığı zorlukların hiç birisi yok şimdi Allah’a şükür.
İçlerindeki Allah sevgisi, peygamber sevgisi buralarda yaşayan insanımızın camiler açmalarına vesile olmuş. Victoria eyaletindeki cami sayısı kırklı rakamlara ulaşmış çok şükür. İnsanların memleketlerinden binlerce km. uzakta olmaları, manevi atmosfer ihtiyacını körüklemiş. Şimdi ne mutlu ki camilerimiz var diyebiliyoruz. Osmanlı torunları her gittikleri yerde ibadethaneye olan açlığı hissetmişler ve camiler açmışlar. İnsanlarımız Cuma günleri camilerde toplanıyor, birlikte Cuma namazı kıldıktan sonra, cami avlusunda sohbetler ediyorlar. Değişmeyen gündemlerinde her zaman Türkiye var. İnsanımız yurtlarından kilometrelerce uzaklarda olsalar da ne olup bittiğini takip ediyorlar. Allah, Peygamber sevgisi gibi kalplerindeki vatan sevgisi de sürekli devam ediyor.
Şundan eminim ki buraya gelen her Müslüman’ın içinde ezan sesine olan büyük bir hasret vardır. Ezan aslında ne kadar büyük bir nimetmiş, insan yanı başında olmayınca anlıyor. Ezanı günde beş defa canlı duyarak dinleyen insanların binlerce şükürler içerisinde Allah’a secdelere kapanması lazım. Çünkü Allah o şanslı insanları Müslüman bir ülkede dünyaya gelmelerini nasip etmiş. Orada büyümelerini nasip etmiş. Gurbetin en dokundurucu eksikliği de bu olsa gerek. Bunların içinde olup da kıymetini bilemeyen bedbahtlara acımaktan başka ne yapılır bilinmez. Burada yaşadığımız bir sıkıntı da var aslında. Türkiye’deyken marketlerden alışveriş yaptığımızda arkasını okuyup bakmazdık. Yani içinde haram olan bir katkı maddesi olabileceğini hiç düşünmezdik ama burada her aldığımız paketin arkasını inceliyoruz acaba o malum hayvanın yağı veya dinimizce yenmesi uygun olmayan başka bir katkı maddesi var mıdır acaba diyerek. Bununla beraber helal lokanta, helal kasap vs. gibi şeylere çok dikkat eder olduk. Türkiye’de bu gibi şeylere dikkat etmezdik, çünkü yaşadığımız yer Müslüman’dı. Buna rağmen yüzümüzün güldüğü ayrı bir şey var ki insana aslında yine de Müslüman memleketlerini hatırlatıyor. Avustralya’da kim ne giyerse giysin herkesin kendi kültüründe, inancına göre giyinmeye hakkı var, buradaki Müslümanlar da dinleri gereğince rahatça giyinebiliyorlar. Ve buranın yerli halkı artık bu tarz giyimlere alışmışlar ve yadırganmıyor. Müslüman bacılarımız tesettürle okula girebiliyor, ders dinleyebiliyor. Hatta üniversiteye giden bir ablamız namazlarını okulda vaktinde kılamadığından dolayı mescit açılması için başvuruyor ve mescit kısa bir süre sonra hizmete açılıyor. (yandaki resmi Melbourne’daki büyük bir üniversite olan La Trobe’dan çektim. Büyük derslikli binaların arasında kendine has bir yeri olan mescit.)
İnsana verilen değer ve saygı gerçekten çok yüksek. İnsanların hakkı burada tam anlamıyla yaşanıyor. Her zaman önce insan diyebiliyorlar. Dilleri, renkleri, ırkları ne olursa olsun herkes eşit haklara sahip. Afrika’dan gelen, Hindistan’dan gelen göçmenler kendi yerel kıyafetleriyle rahatça şehrin yoğun temposuna ayak uydurabiliyor. Burası dünyanın birçok medeniyetinin harmanlandığı bir yer. Bu yönüyle Avustralya dünyada en eşit hakların savunulduğu bir yer diyebilirim.
Avustralya’da beni etkileyen başka bir şey de çevre yapısı ve çevreye olan saygı. Buradaki evlerin büyük bir çoğunluğu müstakil bahçeli evler, herkes evinin önünü temiz tutmak zorunda ayrıca sokaklar ve caddeler yayalar ve arabalar için dizayn edilmiş, herkes kurallara uyduğu için, trafik sorunu- kalabalık yerler hariç- yok denilebilir. Yandaki resim Melbourne’un kalbinden bir görünüm. Kıyı şeridine paralel olarak inşa edilmiş büyük binalar ve iş yerlerinin bulunduğu yer. Buradaki ismiyle city. Büyük ticari limanların olduğu gibi yandaki resimde görmüş olduğunuz gibi ufak yat limanları da var. İnsanların daha çok rağbet ettikleri yerler ise şehrin gürültüsünden uzak mahalleler. Melbourne nüfusunun büyük bir kısmı bu şekildeki mahallelerde yaşıyorlar. Çevreye verilen önemden bahsetmiştim; buradaki her evin iki çöp kutusu var, biri normal çöpler diğeri ise geri dönüşümü mümkün olan recycle çöpleri. Her hafta belirli gün içinde belediyenin arabası gelip yol kenarında duran çöpleri toplayarak gidiyor. Sokaklarda göze kaba gelen yabancı maddeler yok. Avustralya’dan birkaç resimle yazımı bitirmek istiyorum. Bu ülke hakkında bilmek istedikleriniz varsa veya bu ülke hakkındaki sorularınız olursa, bildiğim kadarıyla yardımcı olmaya çalışırım.
Tüm Kainatamektup dergisi dostlarına Avustralya’dan selam olsun.
Saygılarımla
MUSTAFA GEZER