Şehir ziyaretlerimi; manevi büyükleri, tarihi mekanları , kültürel ortamları, iyi adamları tanımaya vesile olacak şekilde planlarım. Bursa’yı ziyaret ederken zamanla oluşmuş bir yol haritam var; fakat bu güzergah sürekli gelişiyor. Bursa kadim ve sırlı şehirlerden; hemen kendini keşfetmemize izin vermiyor. Kendi keşif sürecimi anlatarak, böyle bir yola çıkacaklara vesile olmak ümidiyle yazıyorum. Kadim şehirleri hakkıyla tanımak için ön hazırlık yapmalıyız. Bu nedenle şehirlerin ruhunu hisseden, beldenin gönüllü kültür elçilerine kulak vermeliyiz. Seyyahlık öğrenilebilen meslektir, bu mesleğin en iyi öğretmenleri seyyahlardır.
Lise talebeliğim Bursa’da geçti, talebelik sonrası şehir ile muhabbetimiz artarak devam etti. Düzenli namaz kılmadığım zamanlarda bile Ulu Camii’nde havuz kıyısındaki bölmede dinlenirdim, on beş yaşında geldiğim Bursa’da yürek dağlayan gurbet yangınını o havuz başında söndürdüm. Sonradan idrak ettim Somuncu Baba’nın tasarrufunu ve Üftade Hazretleri’nin yakınlığını. Doğrusunu Rabbimiz bilir; fakat bana ilham olan, lise talebeliğim sırasında şehrin manevi sultanları; Somuncu Baba, Emir Sultan, Üftade, İsmail Hakkı Bursevi gibi uluların himayesi benim için hayra vesile olmuş. Her iyilik Rabbimizin izniyle, yoksa O’ndan başka tutunacak ipimiz mi var? Bu bağlamda gençliğe sahip çıkmak, onlara yol göstermek büyüklerin yoludur. Rabbimiz yol açanların bahtını açık eylesin. Amin. Görev yaptığım beldelerde gençlere bilinen bir tarihi yapı veya değerli bir isim soruyorum , maalesef çoğunlukla tanımıyorlar. Bize düşen bulunduğumuz ilin tarihi mekânlarını, iyi adamlarını tanımalı ve tanıtmalıyız.
Bursa ziyareti mümkünse sabah namazı vakti, Somuncu Baba’nın hutbesiyle açılan Bursa Ulu Camii’nden başlamalıdır; çünkü Bursa’da gün Ulu Camii’nde başlar. Sonra besmele ile çarşılar, hanlar açılır. Medeniyetimizin kurduğu şehirlerde külliye merkezi oluşturur ve hayat bu muhit çevresinde döner. Külliyenin kapısı sabah namazı besmele ile açılır ve camiden çıkınca yeni günün duası yapılır. Müslüman saati çalışmaya başlar. Saatlerimiz hangi medeniyete göre ayarlıysa o şekilde yaşarız.
Bursa’nın, Osmanlı padişahları tarafından külliye külliye imar planından bahsedersek konu daha iyi anlaşılır. Bu külliyeler Uludağ eteklerinde kadim şehrin merkezlerini belirlemişler. Aynı üslûpla paşalar, şehrin ileri gelenleri küçük külliyeler, tekkeler, dergahlar inşa ettirmiş. Mahalleler o külliyler etrafında gelişmiştir. Bu haritayı kadim tüm şehirlerimiz için çıkarmak mümkün. Şehir rastgele kurulmuyor. Belli bir plan ve o planın ruhu var. 1- Orhan Gazi Camii, Emir Han külliyenin parçasıdır. 2- Murad Hüdavendigâr Camii 3- Ulu Camii (Yıldırım Bayezid Külliyesi) Koza Han külliyenin parçasıdır. 4- Yıldırım Camii (Bayezid’in 2.külliyesi, Ankara savaşından sonra inşaatı sekteye uğramış, ve sonra tamamlanmıştır.) 5- Yeşil Camii (Çelebi Mehmet Külliyesi) 6-Muradiye (II.Murad), Edirne imar edilir ve II. Mehmet ve sonraki padişahlar çağa meydan okuyan külliyelerini İstanbul’a kurmuşlardır.
Ulu Camii’nin bulunduğu mevki iç içe geçmiş iki külliye ve sonradan eklenmiş diğer yapılardan oluşur. Bursa’nın ilk külliyesi Orhan Gazi tarafından yapılmış ve Bursa’nın hem merkezini oluşturmuş hem de bir araştırmacının dediği gibi “Kale içi küçük Bursa’yı şehir haline getirmiştir.” Benim en çok hoşuma giden iki külliyenin sarmaş dolaş halidir. Orhan Gazi Külliyesi’nin mütevazı parçası Emir Han’ı, Ulu Camii’nin komşusu iken; Beyazıt Külliyesi’nin bir parçası olan merkezine mescid yerleştirilmiş gösterişli Koza Han, Orhan Gazi Camii’nin dostudur. Bir yolculuğum da niyet ettim tüm hanları gezecektim, mihmandarım son birkaç han kala pes etti. Bursa’nın sadece hanlarını gezmeye kalksak bir gün yetmez; Emir Han, Koza Han, Fidan Han, Tuz Han, İpek Han, Pirinç Han, Geyve Han… hepsi birbirinden güzel bu hanların kendine has bir hikayesi var. Ben en çok Emirhan’ı seviyorum, Bursa’nın ilk hanı olmasının, mütevazı yapısının, içinde bulunan kitapçıların bu sevgide etkisi büyüktür. Özellikle tanışıklığımız eskiye dayanan Gaye Kitabevi ve sahibi Mehmet Kuzidadaş, bir kitapçıdan çok muhabbet mekânı ve ilim ocağı olma özelliğini sürdürüyor. O beni unutabilir, ben onu aldığım kitaplara baktıkça hatırlıyorum. Baskısı olmayan kaynak kitapları yayınlamasından, okuyucu ile birebir ilgilenmesinden, sahaflık özelliği taşımasından hatırlıyorum. Anadolu’da böyle kitapçılar çoktur. Dağıtım şirketlerinin tekeline gücü yetmeyen dergiler taşraya onlar eliyle ulaşır. Bir dergi o güzide ocakları yazmış mıdır? Bence yazsa iyi olur. İstanbul Ağaç Kitabevi, Bursa Gaye Kitabevi, Konya’da Hüner Kitabevi ve Çizgi Kitabevi, Kayseri’de Akabe Kitabevi, Trabzon Ra Kitabevi, Yozgat Sahaf Kitabevi …
Ruha huzur veren bu hanları gezdiğimde; günümüz AVM mimarisini gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yirmi birinci yüzyıl çarşı mimarisi için yeterli örneğimiz var. Okul mimarisi, şehir mimarisi hepsi için aynı şeyleri söylemek mümkün. İrfan ehli bilge mimar Turgut Cansever’in altını çizdiği gibi çarşılar ve özellikle şehir merkezleri bireylere rant aktarma merkezi olmak yerine eskiden olduğu gibi kamu/vakıf malı olarak topluma kazandırılmalıdır. Bugünün şehir mimarisi hayatı kolaylaştırmak, insani bir yaşam sunmak yerine sadece maddi varlık oluşturma işlevi görmektedir. Üzerine daha fazla kafa yormamız gereken Külliye/İmaret/Vakıf sistemi hem bizim hem yeryüzünün kurtuluşuna vesile olacaktır.
Sabah namazı Bursa Ulu Camii her zaman olduğu gibi muhteşemdi. İlk safın vav harfi önündeki kısmı Hızır ile karşılaşırım ümidiyle erkenden dolmuş. Benim lise yıllarından beri mekânım ortadaki üstü açık şadırvanın yanındaki sağ bölmedir. Bu dünyadaki temsili cennet bahçelerinden birinin o havuzun kenarı olduğunu düşünüyorum. Hızır Hazretleri ile şimdiye kadar birebir tanışmak nasip olmadı; fakat orada Huzur Hazretlerini tanıdım. Elhamdulillah. Namaz bitiyor, kalabalık çekiliyor, dervişler de kalb evine çekiliyor. İşrak vakti Huzur Hazretleri ile vedalaşıp camiden çıkıyorum. Ulu Camii çevresinde kadim şehir geleneğine uygun olarak hanlar, hamamlar, çarşılarla süslüdür. Tahtakale çarşısında bir çorbacı buluyorum. Çorbanın yanına zeytinyağına gömülmüş zeytin tabağı getiren bir çorbacı: İşte bu ahi; eli, sofrası, gönlü açık. İkramı bol olan esnaf ahilik geleneğinden besleniyor demektir. Rabbim cümlesine bol kazanç ve hayırlı müşteri versin. Amin. Ona bu dua yeter, ah bir bilseydiniz?
Bursa Ulu camii ve çevresinden mi ibaret, hayır. Mahalle mahalle iğne oyası gibi narin işlenmiştir. Bursa’nın tarihi Uludağ eteklerinde gizlidir. Mesela Umur Bey, Molla Arap, Emir Sultan, Yeşil, Namazgah, Temenyeri, Maksem, Tophane, Pınarbaşı, Muradiye, Çekirge, Üftade Tekkesi, Seyyid Usul Dergahı, Karabaş Veli Dergahı, İncirli Dergahı… Ne külliyeler, tekkeler, dergahlar saymakla biter ne de manevi sultanlar. İsmail Hakkı Bursevi, Uludağ eteğinin ovaya yakın en uç noktasındadır. Muradiye külliyesi, Hüdavendigar külliyesi ziyaret edildikten sonra Çekirge tarafında yine en uçta Süleyman Çelebi efendi ziyaret edilebilir.
Mustafa Kara gibi Bursa sevdalısı hocalarımızın çalışmaları manevi değerlerimizi tanımamıza yardımcı oluyor. “Medeniyetimizin tarihi biraz da şehirlerin tarihidir.” “Şehirler medeniyetin bir alt başlığı olduğu gibi müesseselerde şehirlerin bir alt konusudur.” “Tasavvuf,insanın gönül ve ahlâk eğitimini merkeze alan bir faaliyettir.” “Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler” kitabında bu şekilde dikkatlerimizi şehrin kurucu unsurlarına çeken Mustafa Kara hocamız tasavvufu, mekânı ve şehri ne güzel anlatır. Kitabın önemli ve farklı bir yönü arkasında bir Bursa haritası olmasıdır. Kadim Bursa’nın sınırlarını ve sırlılarını bu kitapta görürüz. Bu harita ile bursa sokaklarında dolaştım ve çok bereketli gezi oldu. Tasavvuf tarihimiz açısında da önemli bir kitaptır. Şehrin kaybolmak üzere olan hafızası not edilmiş. Haritada 59 adet dergah ve tekke işaretlenmiş. Bunların bir kısmı bugün yerlerinde yok. Bir kısmı yeniden imar edilmiş. Bir kısmı da can çekişiyor. Ayrıca kitabın arkasında haritadan başka fotoğraf albümü de var. İsmail Hakkı Bursevi Dergahı’nın eski hali, miraciye okuması görüntüleri. Miraciye okumasına Numaniye Dergahında katılmak nasip oldu yeri geldiğinde anlatacağım. Kitabın yazarı da oradaydı. Seyahat yazılarımda şehri ve insanı birlikte anlatmayı seviyorum. Medeniyetimizi “Ahi, Aile, Mahalle, Külliye ve Şehir” bağlamında okuyorum ve böyle okunmasının etkili olacağını düşünüyorum.
Konya, Bursa, İstanbul gibi şehirler başkentliğini hep korumuştur. Bursa biraz İstanbul’dur. Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin halifeleri, İstanbul fethinin manevi sultanları, Akbıyık Sultan, Molla Zeyrek bu şehirde sırlıdır. Onlar bu dünyanın malını ve şöhretini terk etmesini bildiği için büyük! İstanbul’un üç manevi komutanı Akşemseddin Göynük’te, Akbıyık Sultan ve Molla Zeyrek Bursa’da sırlanmıştır.
Bursa sokaklarında hem yürüyelim hem anlatalım. Tahtakale çarşısından çıktım.
Üftade Hazretleri’ne gideceğim; fakat önce bu topraklara İslam sancağını diken yiğitlere liderlik yapan iki büyük adamı ziyaret etmeliyim. Tophane’de sırlı Osman Gazi ve Orhan Gazi bizi bekliyor, gençler buraya gelmeli, iyiliğe liderlik etmiş güzel adamların kahramanlık öyküsünü anlamalı. Kolay bozuluyoruz; fakat bu topraklar kolay yurt olmadı. Kahramanların yanına yürürken alperen Okçu Baba’ya da selam veriyorum. Kadim şehirler araçla gezilmez. Böyle adım adım, selam vere vere yürünerek menzile gidilir. Biraz yoğrulacağız ki cihad ehlinin tırnağı kadar olalım. Onlar buraları ne şartlarda fethetti, biz ziyaret ederken yürümeye üşeniyoruz. Aramızdaki farkı anlamak için bu küçük tefekkür bile yeterlidir.
Ağır adımlarla Uludağ eteklerinde yükseliyoruz. Fetihten önce Keşiş Dağı; fetihten sonra erenler/evliyalar otağı, ulular meskeni Uludağ. Üftade Hazretlerinin türbesi surların hemen dibinde; fakat tekke için bir süre yukarılara tırmanmak gerekir. Kadı Mahmud’u Aziz Mahmud Hüdayi yapan o yolculuk misali zor yokuş, sabırla çıkmaya talip olanların yoludur, atımızın ayağı/ aracımızın tekeri takılacak bu yolda. Sesi güzel Mehmed Efendi müezzinlik karşılığı para alınca rüyada uyarı alır ve artık ben Üftade oldum der. Aslında bu düşüş bir yükselişin habercisidir. Emir Sultan’dan sonra Bursa’nın manevi önderliğini üstlenmiş, Somuncu Baba ile Anadolu’ya gelen Horasan mayasını Aziz Mahmud Hüdayi ile İstanbul’a göndermiştir. Aynı yoldan gelen Osman Fazlı Atpazari ile İstanbul’u, İsmail Hakkı Bursevi ve soyundan gelenlerle Bursa’yı boş bırakmamıştır. İnsan yetiştirdiği iyi adamlar ile bilinir.
Kaynaklardan Üftade Hazretlerinin Bursa Araplar mahallesinde 1490 veya 1495 tarihinde doğduğunu, 1580 yılında Emir Sultan Camii hatipliği yaparken vefat ettiğini öğreniyoruz. Son nefesine kadar farklı camilerde görev yapmış, bu görevleri için rüyasına istinaden para almadan el emeği ile geçinmiştir. Asıl adı Mehmed, lakabı Muhyiddin’dir. Bayrami yola Hızır Dede vesilesiyle girmiştir. Hızır Dede’nin kabri Üftade Tekkesi’ne yakın, yol kenarındadır. Hızır Dede’nin hocası Akbıyık Sultan, Hacı Bayram Veli’nin önde gelen halifelerindendir, kabri çok bilinmez, Bursa Ulu Camii karşısında Maksem caddesi istikametinde solda bulunan adıyla anılan cadde üzerindedir. Akbıyık Sultan, Akşemseddin gibi İstanbul’un fethinde bulunan gazi erenlerdendir. Hayatı da ibretliktir. Hacı Bayram Veli ticarete meylini görünce hepsi birlikte zor gider diyerek uyarır; fakat o bu zor görevi başarır.
Arzu Meral tarafından yayına hazırlanan ve Revak Kitabevi’nden çıkan Divan-ı Hazret-i Üftade kitabında manevi büyüğümüzü en iyi anlatan şiir hangisidir diye taradım. Hepsi birbirinden güzel, bir kısmı ilahi olmuş mısralar deryasından birini seçtim.
Ey yârânlar ilim andım/ Nereden geldiğim bildim/ Gönüldenmiş benim yolum/ Hidayet eyleye Allâh
Gönüldür kapusu anın/ Açılsa şad olur cânın/ Ki toprak olmadan tenin/ Hidayet eyleye Allah
Gidevüz ol yolu tutup/ Süluk edenlere yetüp/ Kamu varlıkları satup/ Hidayet eyleye Allah
Erişevüz erenlere/ Hakikate erenlere/ Hakk’a gönül verenlere/ Hidayet eyleye Allah
Kanatlar bite uçmağa/ Yedi deryayı geçmeğe/ Eyü yavuzu seçmeğe/ Hidayet eyleye Allah
Gelüp gitmek tamam ola/ Gönül matlubunu bula/ Kamu dostlar ile bile/ Hidayet eyleye Allah
Garip Üftade bî- çâre/ Ki hicriyle yürek yâre/ Cihanda şöyle âvâre/ Hidayet eyleye Allah
Üftade Hazretleri’nin büyüklüğünü tefekkür için Kadı Mahmud’un Aziz Mahmud Hüdayi adını almasına vesile olması yeterlidir. İlmin ve irfanın nişanı yetişmiş talebedir. Ustalığın nişanı da böyle değil mi? Hemen ustan kim derler! Türbe ziyaretleri istismara açık bir konudur. İşin doğrusu, büyükler nasıl aziz oldu ve sevildi, bunu düşünmek. Biz büyüklerin huzurunda bunları düşünürüz. O makama nasıl ulaşmış; adımlarını, eserlerini, talebelerini tefekkür ederiz. Rabbimiz onlar gibi yol almayı nasip eylesin. Amin.
Ey yârânlar ilim andım/ Nereden geldiğim bildim/ Gönüldenmiş benim yolum/ Hidayet eyleye Allâh” Üftade Hazretleri’nin ifadesiyle bizim yolumuz gönülden geçiyor, bu gönül yolunun adı muhabbettir. İsimleri farklı farklı olsa da yolların genel adıdır, muhabbet.
Üftade Hazretleri’nin türbesinin hemen yakınında Eskici Mehmed Dede sırlı, Hüdayi Hazretleri’nin irşadına vesile olan muhterem, bizi Kabe’ye götürmedi; fakat haziresinde sırlı bulunduğu camide kalbi Kabe kadar pak Musa Hoca ile tanıştırdı. İyileri eksik etme ya Rabbi, bizi de onlar arasına kat. Amin. Ne güzeller var kendi halinde, fark edilmeden hayata renk katan.
Uludağ eteklerinde yukarılara doğru ilerliyoruz. Bu yolda pek çok eren ile karşılaşacağız. Somuncu Baba’nın fırını da bu güzergâhtadır. Yolumuz üzerindekileri ziyaret ederek Üftade Hazretleri ‘nin dergahına doğru yürüyelim. Bir de Hızır Dede var, Üftade Hazretleri’nin hocası, tekkenin altında yol kenarında sessizce sırlanmış yatıyor.
Şehirler insan ile güzelleşir, insan da şehir ile güzelleşir. Yani çift taraflı imar söz konusudur. Bursa’dan Üftade Hazretleri’nin tekkesine kadar çıkmışken büyük alim Molla Fenari efendiyi ziyaret etmezsek yolculuk eksik kalır. İstikametimiz yolumuz üzerindeki erenlere, tarihi eserlere selam vere vere yine Uludağ’ın eteklerinde sırlanmış Molla Fenari Hazretleri’nin kabri. Molla Fenari efendi adıyla anılan Camii bahçesinde üstü açık mütevazi bir kabirde sırlı, Fatihalar ile onu selamlıyorum. Yürümek isteyenlere Molla Fenari Caddesi geniş bir yoldur.
Molla Fenari (1350-1431), Davud el Kayseri (ö.1350) ekolünün devamcısı, ilk şeyhülislam, yöneticilik yanında medreseyi ve talebe yetiştirmeyi terk etmeyen bir âlim. Tevafuk Kayseri’nin ölüm tarihi Fenari’nin doğum tarihidir. Dostlar, yeryüzü boş kalmaz. Fenari’nin hayatında nasıl âlim olunur sorusunun cevabını buluyoruz. Peki, böyle bir âlimin hakkında çok mu eser var? Adına kürsüler mi kurulmuş, üniversiteler mi yapılmış? Hayır, onu yeterince tanımıyoruz? Hakkında yeterince çalışma yok. Somuncu Baba vesilesiyle tamamladığı Fatiha tefsiri ile meşhur. Ama ne tefsir, bütün ilimlerin damıtılmış hali. Her satırı yeni bir ufuklar açıyor. Diğer eserleri yeterince tanınmıyor. Söylemek istediği her şeyi söyledi mi? Tüm birikimini ortaya koyabildi mi? Bir talebenin aklına ve gönlüne kitabını yazdı mı? Bunları ancak talebe silsilesi takip edilerek anlaşılabilir. Padişahın şahitliğini kabul etmemesi, ilim için çıktığı yolculuklar beni çok etkiledi.
Bu yazıyla hem şehre hem de güzel insanlarına dikkat çekmek istiyorum. Bir ilim ehli yazıyı okur, Molla Fenari’nin çevrilmemiş bir eserini günümüz insanın idrakine sunar. Bir üniversite bu iyi adamlar adına enstitü açar. Kütüphanelerini, eserlerini, kaynaklarını toplar yeni Molla Fenariler, Üftadeler yetişmesine vesile olur inşallah.
Hakkı Aydın tarafından hazırlanan “İslam Hukuku ve Molla Fenarî” adlı kitap İşaret Yayınları’ndan çıkmış. Kitap girişte fıkıh usûlünü; birinci bölümde Fenari’nin yaşadığı asra dair umumi malumat verdikten sonra mollanın hayatını, hocalarını (Alauddin el Esved, el Aksarayi, el Bâbertî, Saferşah, eş Şeyh Abdurrahman b. Ali, eş Şeyh Hamid el Aksarayi) seyahatlerini, tasavufi-ilmi-ahlaki yönünü, talebelerini (el Kafiyeci, İbn-i Hacer el Askalani, eş Şeyh el Hüseyin el Buhari, Yakup el Asfar, Yakup Esved, Muhammed b. Armağan); ikinci bölümde büyük alimin eserlerini tanıtıyor. Tefsir âlimi Ali Akpınar Hoca’nın Nasihat Yayınları’ndan çıkan “Molla Fenari’nin Fatiha Tefsiri” kitabı büyük âlimin ilmi derinliğini anlamaya yeter. Molla Fenari’nin 63 yaşında bütün ilmi birikimini bu çalışmaya yansıttığını okudukça idrak ediyoruz. Eserin müellifinden de, onun eserlerini, hayatını günümüz insanın istifadesine sunanlardan da Rabbim sonsuz razı olsun. Amin.
Yukarılara çıkmışken Umur Bey Külliyesi’ne doğru yürüyebiliriz. Bu sokak yürüyüşlerinde bazı mekânları yeni keşfedeceğiz. 89’dan beri şehir ile tanışıklığım var, okumalarım ve bu yürüyüşler sayesinde yeni yerler temaşa ediyorum. Şehirlerde genelde bildiğimiz veya tur operatörlerinin önerdiği güzergahları tercih ederiz. Çok kullanılan seyyahlık düsturu: Sokaklarında kaybolmadığın şehri tanıyorum deme! Umur Bey’in hayatını okuduğumda, dile önem veren, kültürel hayatı destekleyen değerli bir yönetici olduğunu öğreniyorum. Yitik mallarımızdan biri, iyiliğe liderlik yapan ve adamdan anlayan adil yönetici!
Emir Sultan Camii’ne yatsı namazına yetişebilir miyim? Kadim Bursa’yı yürüyerek geziyoruz. Etrafa bakına bakına her an yeni bir ayrıntı görme umuduyla sokaklarında yürüyorum. Setbaşı Köprüsü’ne doğru yürüdüm. Lise yıllarım bu caddelerde geçtiği için hatıralar ara ara yokluyor. Uludağ’ın kar suları coşkun akıyor. Bu nehri yukarılara doğru takip edersek Hünkar köşküne kadar çıkarız. Setbaşı’nda biraz su sesi dinleyip, çarşılı tarihi Irgandı köprüsünü seyrederek yola devam ediyorum. Yeşil Cami ve Türbesi, hemen yanlarında külliyenin parçası medrese, şimdi müze olarak kullanılıyor, hepsi kadim şehir geleneğimizin süsleridir. Yeşil Camii mermer taç kapısı, çinileri görenleri hayran bırakıyor. Biraz daha yürüdüğümüzde mezarlık içinden geçerek Emir Sultan Külliyesi’ne ulaşırız.
İstanbul’da Eyüp Sultan, Ankara Hacı Bayram Veli, Konya Mevlana Hazretleri, Kastamonu Şaban-ı Veli muhiti ne ise Bursa’da Emir Sultan aynı ruhu temsil eder. Çınarların gölgesinde günün kapanış çayını yudumlarken tarih film şeridi gibi kafamdan geçiyor. Emir Sultan’ın Bursa’ya gelişi, Sultan Yıldırım Bayezid’e damat oluşu, Ulu Cami inşaatında sultanı uyarması, Somuncu Baba’yı (nam-ı diğer Hamid Hamidüddin Aksarayi Hazretlerini) Ulu Cami açılışında ifşa etmesi… Büyüklerin huzurunda tefekkür etmek belki bizi büyütmez; fakat talip isek bize yol ve hedef gösterir. Elhamdülillah.
Uludağ eteklerinde yukarı çıktığım gibi yine Ulu Camii civarında Kapalıçarşı’dan Şehreküstü istikametini takip edip Çatalfırın civarına geliyorum. Bir tekkenin izini süreceğim, yıllarca yanından geçip bihaber olduğum tekkeyi bulma niyetindeyim. İznik araştırmalarım sırasında Eşrefoğlu Rumi’nin Mehmed Safiyyuddin Erhan isminde yaşayan bir torunu olduğunu öğrendim. Numaniye Vakfı’nda çalışmalarını sürdürüyormuş. Numaniye normalde bir tekke, resmi olarak tekkeler hâlâ kapalı olduğu için vakıf olarak yoluna devam ediyor. Tekkenin tabelası yok, kitabesi var, biraz zorlansam da sonunda kapısını buluyorum. Ziline heyecanla bastım, belki yüzyıllık hasretle bir karşılık bulurum diyerek tekkenin kapısını çaldım; fakat tekkeler hâlâ sessiz. Kimse kapıyı açmadı. Sonradan ziyaret ettiğimde öğrendim, giriş tarafı cadde üzerinden değil çıkmaz sokak içindenmiş.
Mehmed Safiyyüddin Erhan Beyefendi tekkede miraciye geleneğini sürdürüyor. Değerlerimiz konusunda gayretli, Rabbim razı olsun. Amin. Hayat bir hatırlatmadır, kimi hatırlar kimi unutur. Bazen unutmak nimettir, bazen de hatırlamak. Bana göre edebiyatın, sanatın, sinemanın, zanaatın en güzel işlevi hayata ayna olmaktır. Sanat eseri içinde kendimizi bulduğumuzda, hakikati bulmaya bir adım daha yaklaşmış oluruz. Murat Pay yönetiminde Rasathane Film tarafından çekilen “Miraciyye Saklı Miras” belgeseli Numaniye Dergahı’nı kayıt altına aldı. Belgeselde altyazı olarak hayatımı okudum.
Bursa’da üç yılım, Numaniye Tekkesi’ne yakın bir mahallede geçti. Akrabalarımızın evi hemen birkaç sokak ötedeydi. Sonradan Bursa’da edindiğimiz mesken de yine bir sokak ötedeydi. Lise bittikten sonra Bursa’ya yerleşmek nasip olsaydı, dergah ile komşu olacaktık. Tanış olmak için komşu olmak yeterli değil, hele büyük bir şehirde yaşıyorsak hiç kolay değil. Aynı mahalleyi paylaştığım tekkeden bihaber olmanın öğrettiği ders, bugün doğru yolda olduğumu gösteriyor. İyilik sancağını yükselt, iyi adamlar ve iyi mekânlar defteri tut ve dilin döndüğünce iyiliği anlat. Arayana iz ve yol olsun. Dilimiz döndükçe iyiliği anlatalım, ne kadar çok insana duyurursak o kadar bahtiyar olalım. İyiliğin reklama ihtiyacı yok; fakat dilden dile, gönülden gönle aktarılmaya ihtiyacı var.
Gençliğimde bu kadar yaklaştığım kapıdan içeri girmek nasip olmadı. Sırrı görmek zor. Aynada kendini izlemeden sırrın farkına varamıyorsun. Hepimizin hikâyesi aynı; Miraciyye belgeselinin kahramanı Raci, Amak-ı Hayal kahramanı Raci, hepimiz yitik malımızı arayan Racileriz… Döneceğin asıl yurdu biliyorsan Raci olmak ne güzel.
Raci bir yola koyuluyor; fakat işler istediği gibi gitmiyor. Bu yol benliği törpüler, kalbin pasını alır, aklı parlatır. Son nefese kadar “ol”ma yolu devam eder. Yolun ilk adımı hayata karşı farkındalık oluşmasıdır. Bu farkındalık, kendini bulma süreci değişik imtihanlarla karşımıza çıkabilir. Kırılmadan içi göremeyiz. Raci’nin ayakkabıları gibi her şey ters dönebilir. İmtihanın farkına vardığımızda yeniden çabalamayı, kendimizi yenilemeyi öğreniriz. “Zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık vardır.” Semazen olamazsan, neyzen olabilirsin veya sinemacı, yazar olup kayıp bir bahri gün yüzüne çıkarabilirsin. Kameranı kuşaklar arası köprü yaparsın. Kayıt altına alınan her değer gelecek nesillerin iyilik arayışlarına bir işaret fişeğidir.
Miraciyye saklı miras belgeselini izleyen, Safiyüddin Erhan Bey’e ulaşır. Peki, ben nasıl ulaştım. Kendisine ve soyundan geldiği Eşrefoğlu Rumi hazretlerine duyduğumuz muhabbetle ulaştık. Dergahın yerini öğrenmek için önce İznik şehrinde sırlı Eşrefoğlu Rumi hazretlerini ziyaret etmem gerekiyormuş. Öğrendikten sonra ilk fırsatta Bursa’ya gittim; fakat ziyarete gittiğim vakit ilk ziyarette kapılar açılmadı. Bir ses, “bunca sene bihaber yanımızdan geçtin, öyle kolay içeri giremezsin,” der gibiydi. Kapının ardını merak ettim. Miraç kadil gecesi tekkenin kapıları herkese açık. İşte bir kandil gecesi nura doğru yürüdük. Aklı selim, zevki selim, kalbi selim hayatın izlerini bu dergahta görmek mümkün.
Safiyüddin Erhan Efendi Bursa ‘yı anlattığı “Bir Zamanlar Bursa’ydı -Bir Pâyitahtın Pâyimali” kitabını da seyahat sırasında yol dostu olarak yanımıza alabiliriz. Karabaş Veli Tekkesi, Üftade Tekkesi nasıl onarıldı, onarılamayanlar, yıkımlar hepsi bu kitapta. O, soyunun verdiği asaletle kadim olanı muhafazanın peşinde. Yazdığı kitabında, konuşmalarında hep değerli olanın altını çiziyor. Dünyanın aldatıcılığına kanmadan yoluna devam etmiş, Rabbim bu asil yürüyüş ile değerli büyüğümüze ve hepimize emaneti hakkıyla teslim etmeyi nasip eylesin. Amin.
Neden Bursa yolculuğuna çıkmalıyız? Miraciyye dinlemek, yaşayan tekkelerin havasını solumak, Ulu Camii’de namaz kılmak, hanlarda çay içmek, kalbim pasını almak… en önemlisi “ol”mak için. Bu satırların bir kısmını Kastamonu’da bacası tüten Pir Şeyh Şaban-ı Veli dergâhının hücresinde yazdım. Büyüklerin dediği gibi “İnsan-ı kâmil’in olduğu yer merkezdir, diğer yerler taşra.” O zaman merkezlerimize, onları güzelleştiren iyi adamların değerini bilelim.
Numaniye Tekkesi’nin bahçesinde yanan ateşin üzerinde pişen sütten içtim, tek tek açılan ahşap pencereleri gördüm, avizenin tek tek takılan kandilleri, ikram için hazırlanan şerbet, binbir emek ile icra edilen musiki… Bunlar kurgu değil dostum. Orada bir tekke var; kandilleri yanıyor ve bacası tütüyor. Hem de öyle bir yerde ki kadim şehrin direniş sembolü. Çatalfırın arkasında on katlı beton binalar içinde; işte ben buradayım, unuttuğunuz mahallenin, şehrin kalbi olarak atmaya devam ediyorum. Ey binalar, boylarınız göğe yakın durabilir; fakat ne yeri yarabilir ne de benim kadar hakikate yakın olabilirsiniz. Raci olun ve aslınıza dönün.
Bursa yolculuğumun sonunda lise yıllarımda, 1991 civarı, on yedi yaşlarımda ağzıma bal çalınan camiyi bulmak için eski yaşadığım mahalleme gidiyorum. Altıparmak Caddesi ile Darmstad Caddesi arasındaki muhit. Hoca Hasan Camii’ni buldum, restore edilmiş. Eski halini fotoğraflardan aradım, bulamadım. Büyükler “o muhabbet bir kere verilir” derler. Hayat o ağız tadı peşinde tamam olur. Piri Sır Hocam da her daim ağız tadından dem vurur. Evet dostlar, ağız tadımız daim olsun, son nefeste o tad ile ruhumuz vuslata ersin. Amin. Muhabbet yolundayız, bakalım sonraki yazıda hangi durakta karşılaşacağız. Allah’a emanet olun. Bir sonraki yolculuğumuz Konya olabilir mi?
Cihad Meriç
cihadmeric@gmail.com
twitter.com/cihad_meric