Kahve kaşığıyla ölçüp durmuşum ömrümü
Bir sarımtrak sis ki kaşır sırtını pencerelerde
Durgun denizlerin dibini delen bir çift pençe
T.S. Eliot- Denemelerden
Eski mahallemizi ve pazar günleri ana caddede oynadığımız çift kale maçları hatırlattı gökyüzünde salınan uçurtmalar. Sokaktaki kola kutusuna tüm gücüyle vurmak. Hediye edilen kazaktaki koku. Yeni alınan bir çift ayakkabının ebeveynlerce parmak tarafından bastırılarak kontrol edilmesi. Koca bir demlik çay. Ender de olsa yapılan sucuklu yumurta. Varlığı tartışmaktansa büründüğün et ve kemiğin hakkını vermeye çalışmak. Bizim hikâyemiz çok uzundur. Ve aynayı bile ağlatır. Zaman zaman acıdan faydalandığı doğrudur. Şeffaf testisini unuttuklarıyla dolduran. Kendisinin görebildiği ama dışarıdan belli olmayan. Acı neden dışarıdan belli olmuyor?
Bizim mutluluğumuz kalbimizde duyduğumuz belirli belirsiz bir ferahlıktan ileri gelirdi. Uçurtmaların üzerinde düşündük kalplerimizi. Rengarenk. Siyasî malzemenin ürünü olmayan gerçek hürriyet. Böyleydi. Hürriyetimiz de uçurtmalarla uçardı bizim. Hep daha yükseği hedefleyerek. Herkese yetecek kadar gökyüzü vardı elbette. Eğildik ve yaklaştık.
İfade vermek zorunda olmadan yaşadık. Kendime her yaptığım şey için kırk elli sayfalık hikâye hediye ettim hayatım boyunca. Dünya önceden bilmeden önem verdiğimiz dev gibi bir ayrıntıydı. Dünya bir akvaryum, biz ise içindeki şuursuz Japon balıkları. Ama ayrıntı giderek azaldı. Önemsenmeyecek kadar yani. Tükenmez okyanusu gördükçe böyle oluyor bu.
Hiçbir şey bilmediğim günlerimi özlüyorum. Çok zor bir sanat icra ediyoruz. İnsan olmak mı zor; yoksa insan gibi yaşamak mı? Bakalım ortaya nasıl bir resim çıkacak? Korku ve ümit. Az gelişmiş kalplerden korku. Gönlüne kervansaray kurmuş, her gün kendisine “nereden nereye?” diye soran üçkâğıtçı zamana karşı ise ümit. Hayatım çok garip.
Umutsuzluk ölümcül mü? Bu hastalık hiçbir şekilde ölümcül değildir. (Soren Kierkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk) Ortak ettiğin hayatın adı umutsuzluk ise erken ölen ama cesedi de çirkin olanlardan oluyorsun. Hayat hiçbir şey ise umutsuzluğun özü odur. Sen bir ölüsün. Ölümün, fiziğinden ya da kimyandan değil. Savaşmadan ölememenden.
Haklıydı. Ne çok değişmiştik. O zaman cevap vermedim. Hangi değişimi anlayabilirdi ki? Aynı gemide değiliz. Ve gemimiz yüzüyor. Annesinin şefkatli kollarına aldığı çocuk kocaman olup da bir gün ben değiştim derse: Değişim odur. İnsanlığımız, çocukluğumuz, gözümüzdeki ışık, gece kahvemiz, sahanda yumurtamız ve sevgimiz hiç değişmedi. Kaderin oyun sahasında oynadığımız çift kale maçta kendi kalemize yalnızca bir gol attık o kadar.
Gece olduğum gibi yere serildim. Baki olanın ipine sarıldım. Bizim ümidimiz sabırla beraber yürür. Ve şükürle de komşudur. Canlarımız ve mallarımız da her an Allah’a karşı açık arttırmadadır. Değeri de hesaplanamayan bir pahadır. Her gün bir İstanbul desek mesela. Tüm ekonomik parametreleriyle her gün bir İstanbul. Bedir kuyuları kova kova altın olsa mesela. Susuzluğumuzu gidermez. Açılmadıkça bağrımız, inmedikçe yükümüz (sızı veren yükümüz), düşünce ve anma kabiliyetimiz sonra, yükselmedikçe ve zorluğun arkasından bir kolaylık olmadıkça yine yorulmadıkça hangi hayat gönlümüze bir şerh düşürebilir ki? Rağbet et!