Gece günü saklamaya başladığında, Konya’da merkez ile otogarın en güçlü bağlantısı tranvay ile yol alıyorum. Otogar ya ayrılığın ya da vuslatın habercisi olmuştur her zaman. Hüzün ile sevincin bu kadar iç içe geçtiği mekan azdır yeryüzü coğrafyasında. Yolculukların başlangıç noktası da çayın demi, yazının demi, insanın demi bir başka olur.
Saat 22:30, Aracımız farklı insanları farklı mekanlara taşımaya başlıyor, ortak adımız yolcu. Biz dünyadan gider olduk/ kalanlara selam olsun. Mısraları insanın aklına geliyor.yolcu olduğunu unutma! Biraz kitap, müzik, uyku ve işte yolcu.
Saat 06:00, İyon’yadan lidya’ya, Roma’dan Bizans’a, Selçuklu’dan Aydınoğullarına, Beylikten Osmanlı Devletine, Osmanlı medeniyetinden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bu coğrafya efeleri ile ön plana çıkan Aydın bir kent. Kurtuluş savaşında destan yazan “hey gidinin efesi… efesi…” cümleleri ile mısralaşan özel bir belde. Bir kıyısı ile denize yani sonsuzluğa açılan diğer sınırları ile Anadolu topraklarına sımsıkı bağlı bir il. İnciri, tütünü, zeytini, üzümü… ile her atılan tohumu çatlatacak bir toprak.
Yetiştirdiği insanlarla dönem değiştiren şehir: Aydın.
Mekke , Medine, Kudüs, Şam, Kahire, Bağdat, Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul… medeniyetimizin başkentleri.
Medeniyetin uç beyleri; Aydın, Kütahya, Manisa, Amasya, Trabzon, Sivas, Erzurum, Diyarbakır, Beyrut, Fas, Cezayir, Libya, Yemen, Kabil, Saraybosna… gibi özel beldeler. Medeniyetimizin haritası elimizin altında olmalı kentleri bu bilinç ile görmeli ve hissetmeliyiz. Aydın’ nın güzel parçası Çine bizim ulaşmak istediğimiz belde. Bir çift yürek olup medeniyeti adımlamaya başladığımız merkez.
Seyahat amacımız “Aydın” insanları ziyaret. Atasoy Müftüoğlu’nun dediği gibi muhabbet alıp muhabbet vermek derdimiz. Seyyahın işi; Yunus, Şems ; Batuta, Evliya Çelebi gibi basabilmek yeryüzü topraklarına, onlar gibi söylemek büyük coğrafyanın türküsünü… Mevlana gibi merkez şems kadar yolcu! işte yaşamın sırrı.
Beni sonradan eklenmiş beton yığınlardan çok sıra sıra dizilmiş kesme taşlar ilgilendiriyor çine sokaklarında. Taşları saya saya dolaşıyorum yollarda. Sabah namazı vakti her yer sessiz, bir safa yakın güzel insan ile Allah’ ın huzurunda kıyam, kıraat, rüku, secde… İmam ile muhabbet ediyoruz. Kentin imamları yükseldiğinde kuşatma kırılacak. Yaz kursuna 70 öğrenci başlamış, 30 talebe kalmış ve Cuma kurs bitti diyor imam. Şimdi hediye vereceklermiş. Ne güzel hediyeleşmek. Bu güzelliği yaymalıyız. Bir hurma tanesiyle bile olsa. Bir isteğin var mı diyorum medeniyetin başkenti Konya’dan. Muhabbet götür diyor. Sanki aynı satırları okumuşuk. Acaba tanıyor mu Atasoy Müftüoğlu’nu, Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i ?
Kuşluk vaktinde sokakları serinleten itfaiye yol veriyor. Ben parke taşların arınmış olanları üzerinden, kumların çıtırtısını duyarak ve düşünerek ilerliyorum. Yol kenarında ki sabahçı kahvehanesinde üzerinde santranç karelerinin bulunduğu masaya oturuyorum. Unutmadan! Börekçi yolu tutmuş, gelene geçene hizmet ediyor. Bir petrol istasyonu gibi tüm araçlar yanında duruyor. Bizde üç “k” kuralına göre karından başlıyoruz. Kalbimizi medeniyetin ruhuna dayayıp, kafamız ile kalemin ucunda kelime olmaya çalışıyoruz. Tabi ki santranç tahtası üzerinde yazmak uyarıcı oluyor. Mat olmadan şah diyebilmeliyiz. Kalelerimiz sağlam olmalı. Vezirimiz iyi iş görmeli. Fil ve atlarla saldırmalıyız. Her zaman piyonlara ihtiyaç duyulmuştur. Şahı koruma uğruna ne piyonlar gitti. Oysa derdimiz bu coğrafyayı ve medeniyetimizi korumak olmalıydı. Bizler hala merkeze talibiz. Bir türlü bulunduğumuz yerden imara başlayamadık. Ömrümüz şahları korumakla geçiyor. Bulunduğumuz yerin şahı olduğumuzu unutuyoruz. Unutma! İnsan, sen seçilmiş bir Halifesin.
Hayatın sırrı, Kentin sırrı, medeniyetin sırrı selam veren bir insanın gözlerinde saklı olabilir. Uç beyleri görevlerini yapmaya başladığında başkentler zaten korunmuş olacak. Bir uç beyini ziyaret etmekten memnun kaldım. Bana hatırlattıkları kadar yücelsin inşallah. Amin.