Gönül Eri Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî

Please follow and like us:

HÂDİMÎ;
Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi Mevlânâ Ebû
Saîd’dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya’nın Hâdim kasabasında doğdu.

Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî’nin dedeleri Buhâralıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ’nın tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zattı. Anadolu’ya gelerek,
Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî’nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) namıyla meşhur Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. On yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi.
Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya’da Karatay Medresesine yazıldı. Burada
beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbul’a gitti.
İstanbul’da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet
aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla
Hâdim’e döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.

Kısa zamanda namı İstanbul’a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, önce Pâdişâh
Üçüncü Ahmed Han, sonra da Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul’a dâvet edildi.

Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanı sıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm
ahlakını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pek çok kitap yazdı. Bu
eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitabına yaptığı
şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık
basılmıştır.
Muhammed Hâdimî hazretleri, eserlerine aldığı hadîs-i şerîflerin, sahih olup olmadığını iyice
araştırırdı. Eğer şüphelenirse, bizzat Peygamber efendimizden sorup öğrenirdi. Medîne-i
münevverde, Ravda-i mutahhera harem ağalığı vazîfesini yapan Beşir Ağa, bu mevzûu şöyle
anlattı: “İstanbul’a gelmiştim. Padişah Birinci Mahmûd Han, Harem-i şerîften mâlûmât almak
için beni huzûruna çağırmıştı. Hâl hatır sorduktan sonra; “Haremeyn-i şerîfeynde nelere
muttalî oldun?” diye suâl ettiler. Ben de gördüklerimi şöyle anlattım: “Hayretle gördüğüm
hâdiselerden biri şudur: Ravda-i mutahherada (Peygamber efendimizin mübârek kabr-i
şerîflerinde) gece temizlik yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cebrâil
aleyhisselâmın Resûlullah efendimizle görüşmek için geldiği Cibrîl kapısı birden açıldı. Bu
saatte gelen kimdir? diye kapıya koştum. Sakallı, nûr yüzlü biri ile karşılaştım. Bana selâm
verdi. Selamı aldım ve; “Hoşgeldiniz efendim.” dedim. Bana, gâyet sessiz bir şekilde cevap
verdikten sonra, Peygamber efendimizin mübârek kabrinin ayak ucuna doğru gitti.
Arkasından bakakalmıştım. Orada bir müddet bekledi. Kabr-i şerîfe karşı bazı şeyler söyledi.
Çok dikkat etmeme rağmen anlayamadım. İşi bitince arka arka giderek huzurdan ayrıldı. Çok
merâk etmiştim. Yanıma geldiğinde büyük bir edeple; “Siz kimsiniz ve nerelisiniz?” diye
sordum. O da; “İsmim Muhammed, Diyâr-ı Rum’danım. Hâdim’de ikâmet ediyorum.” dedi.
Bu gece yarısı ziyâretinizin hikmeti nedir?” diye suâl edince de; “İmâm-ý Birgivî’nin
Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitabını şerh ediyorum. Bir hadîs-i şerîfin sahih olup olmadığında şüpheye düştüm. Hemen gelip gördüğünüz gibi, Resûlullah efendimizin huzûr-ı şerîflerinde, bunu suâl eyledim. Sahih olduğu buyruldu.” dedi. Ondan sonraki günlerde yine aynı saatlerde zaman zaman geldi. Geldiğinde odama götürür kısa bir süre de olsa sohbet ederdik. Artık onunla dost olmuştuk.”

Beşir Ağanın konuşmasını hayretle dinleyen Padişah Birinci Mahmûd, Hâdim’e bir haberci göndererek, Muhammed Hâdimî’yi İstanbul’a dâvet etti. Dâvetnâmeyi bizzât Konya Vâlisi Ali
Paşa, Hâdim’e giderek takdim etti. O geldiği gün, Padişah ona simâ olarak çok benzeyen
birkaç kimseyi daha saraya getirtti. Maksadı Beşir Ağayı imtihân etmekti. Beşir Ağayı da
huzûruna çağırdı. Misâfirlerin huzûra gelmesi bildirildi. Biraz sonra Muhammed Hâdimî ve
ona çok benzeyenler odaya girdiler. Beşir Ağa, girenlerin arasından Muhammed Hâdimî’yi
göstererek; “Bahsettiğim zât işte budur.” dedi. Birinci Mahmûd Han, Hâdimî hazretlerine çok
iltifât edip ihsânlarda bulundu.
Muhammed Hâdimî’den Ayasofya Câmisinde bir ders vermesi istendi. Derste padişah,
sadrâzam, Hâdimî’nin hocası olan şeyhülislâm, Müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer
devlet ricâli de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vaaz edemeyeceğini edeple
belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye (padişah emrinin) bulunduğunu,
dersin mutlaka yapılması gerektiğini söyleyerek, onu mahşeri bir Kalabalık ile dolu olan
Ayasofya Câmisinin kürsüsüne çıkardı.

Sonradan bir risâle hâlinde neşredilen Fâtihâ Tefsîri’ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne
bir hitâbet örneği hâlinde takrîr edip anlatan Hâdimî’nin bu dersi, hocası olan şeyhülislamın
sevincinden ağlamasına sebep oldu. Bu takrirden sonra, Topkapı Sarayına çağrılıp tebrik ve
taltîf edilen Hâdimî’ye İstanbul’da kalması teklif edildi. Bu iltifâtlara teşekkür eden ve lisân-ı
münâsiple Hâdim’e avdet etmek istediğini arz eyleyen Hâdimî, İstanbul’dan bazı kitâplar satın
alarak, bu defâ iki deve yükü kitapla Hâdim’e döndü.
Bundan sonra, okuyup araştırma ve eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur’ân-ı kerîm
sûrelerinden bazılarının ciltler hâlinde tefsîri olan ilk eserlerini, talebeleri temize çekip
çoğaltarak, kitap hâline getirdiler. Medresesinde Arabî, Fârisî, usûl-i fıkıh, tefsîr, hadîs,
kelâm, edebiyât gibi dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde
başta oğulları Saîd, Abdullah, Emîn, Nûmân gelmekteydi. Ayrıca “Ayaklı Kütüphâne”
lakabıyla anılan Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hafız
Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler
meşhur oldular.

Muhammed Hâdimî hazretleri, 1762 (H.1176) senesinde Hâdim’de, son hastalığına
yakalanmıştı. Çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırıp herbiriyle helalleşip, vedalaştı.
Çocuklarına ve talebelerine vasiyetini bildirdikten sonra; “Vefât ettiğimde, daha önce vasiyet
edip anlaştığım kimse gelene kadar beni soyup gaslimi yapmayın.” buyurdu. O gece sabaha
karşı, talebelerinin Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk
vakti sıralarında daha önce anlaştığı Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi gelip, gasil, techîz ve
tekfîn işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa Efendinin yanında kazdırdı ve oraya defni
yapıldı. Âşıkları, uzak yakın yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir.

Mezar taşında şunlar yazılıdır: “Bütün dînî bilgileri kendisinde toplayan ve Târîkat-i
Muhammediye kitabını şerheden, âriflerin kutbu, Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlere
yardım eden Ebû Saîd Muhammed Hâdimî’nin rûhuna Fâtiha.”

Muhammed Hâdimî hazretlerinin mühürlerinde şu yazı vardı:
“Ey bâr-i Hudâ be Hakkı hestî,
şeş çîz merâ medet firistî,
İlim u amel, ferağ-ý destî.
Îmân u emân, ten dürüstî.
Mezhebi Nu’mân, Es-Seyid Muhammed.”
Mânâsı: “Yâ Rabbî! Varlığın hakkı için şu altı şeyi bana ihsân eyle: Îmân, vücûd sıhhati, ilim,
amel ve ihlâs, cömertlik ve emirlerini yapabilmek. Hanefî mezhebinden Seyyid Muhammed.”
Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur.
Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî şerhi Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3)
Hâşiyetün alâ Tefsîr-i Sûret-in Nebe’ lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî
Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5) Risâlet-ül-Huşû’i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf,
7) Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî şerhi Mecâmi-ul-Hakâik.
Bu eseri Mecelle’nin küllî kâidelerine kaynak olmuştur.

You may also like...

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial

Enjoy this blog? Please spread the word :)